Yağmur şiddetini arttırdı.
Çadır kentlerini su bastı.
Çadır kentin toprak zemini vıcık çamura dönüştü. Evleri yıkıldığı için yada oturulamayacak kadar hasar gördüğü için gelip bu çadırlara yerleşmiş aileler içinde tek tük yakınan; "Ne yapacağız bu yağmur altında..." diyenler oldu. Ancak genelde deprem bölgesi yarasını sarmaya başlamıştı. Az sayıda da olsa aşevi kurulmuş, sabahları bir kase sıcak çorba, öğlen ve akşam bir kap sıcak yemek de sunulabiliyordu.
Seyyar tuvaletler kurulmuştu...
Telefonlar çalışıyordu.
Yeteri kadar çadır da gelmişti.
Nasıl ilk gün kaldırımlar bayat ekmek tepecikleriyle dolduysa şimdi de çadır fazlası vardı. Çünkü depremde evleri yerle bir olmuş ya da hasar görmüş olanlardan pek çoğu köylerdeki, ilçelerdeki akrabalarının yanına gitmişlerdi.
Gerçek dayanışma...
Asıl şimdi başlıyor...
Deprem görmeyenler...
Yıkılanları kucaklıyorlar.
Milyonluk bir şehir olmaya doğru gidiyordu. Tam bir ticaret şehri ve pasajlar kenti olmuştu. Organize Sanayi Bölgesi'nin üçüncüsünü de tamamlamış, dördüncüsünün temelini atmaya hazırlanıyordu. Fabrika sayısı 350'ye çıkmış, 20 bin işçi çalışıyordu.
Ve hızlı yapılaşma...
Bu kent 55 yıl içinde ilki 1943 yılında, ikincisi 1986 yılında olmak üzere iki büyük deprem yemişti. Ve bu topraklar üzerine 4 kattan fazla bina yapıldığı zaman gelecek ilk depremde evlerin çöktüğünü, altında insanların kalarak öldüğünü iki kuşak bile gözleriye görüp, tanık olmuştu.
Hem babaları...
Hem oğulları...
Hem anneleri...
Hem kızları....
Aynı anda iki depremi birden görmüşlerdi.
Fakat ah bu insanoğlu...
Doğasında unutmak var...
Adapazarı, nasıl bir toprak zemine oturduğunu hemen unutuyordu. Depremlerin olduğu günlerde uzmanlar geliyorlar, inceliyorlar ve anlatıyorlardı: Depreme dayanıklı bina yapın. Farklı bina tipleri geliştirin. Hafif ahşap binalar kurun. Çok yüksek olmayan yapılar yapın. Çok detaylı, karmaşık, süslü binalar yapmak yerine basit, işlevi yüksek evler, işyerleri inşa edin. Yerel yönetimler, belediyeler inşaat projelerini çok sıkı takibe alsınlar, imar planlarına aykırı, kaçak, ruhsatsız bina yapanlar cezalandırılsın.
Fakat Adapazarlılar...
Tersini yaptılar...
Söylenenlerin tam tersini...
Aklın, bilimin tam zıddını...
Her deprem sonrasında kente gelen uzmanların depreme dayanıklı evler kurun önerilerini dinlediler, hak verdiler fakat hemen unuttular. Depremin en şiddetli vurduğu Şark Caddesi'nde taş taş üstünde kalmamıştı fakat bütün binalar 6 kat olmuştu. Yedi ve sekiz katlara ulaşmış olanları bile gördüm. Adapazarı kentinde binaların yüzde 75'i yıkılmıştı. Esnafın hem evi, hem işyerleri yerlebir olmuştu. Çünkü Adapazarlılar, önce iki katlı bina yapmışlar, sonra kendi kafalarına uygun, daha yüksek kat izni verecek dargörüşlü belediye başkanlarını bulup seçmişler, iki katlı binaları yıkmışlar dört katlı yapmışlar. Sonra dört katlıları da yıkıp 6 kata çıkmışlardı.
Deprem vurmasaydı...
Sekiz kata gidiliyordu.
55 yıl içinde...
Babasının evinde yaşayan Adapazarlı, koca kentte bir ya da iki kişiyi geçmiyordu. Baba evleri yıkılmış, çok katlı olmuştu. Doğduğu evde yaşayan insanların sayısı madalya ile ödüllendirilebilecek düzeye iniyordu.
Ve doğa tokatını...
Depremle vuruyordu...
Acaba bu kez ders çıkacak mı?
Akıl çıtası yükselecek mi?
İnsanlar ders çıkartacak mı?
Burada konuştuğum çok sayıda insan; Küpçüler Mahallesi'nde işçi İhsan Uygun, Mithatpaşa Mahallesi'nde esnaf Ahmet İlhan; "Bu depremden bir ders çıkartacağız..." diyorlar. Kriz masaları kurulduğu için bahçesi TV vericileri ve gazeteci kalabalığına boğulmuş vilayet binasında Adapazarı Valisi Yener Rakıcıoğlu'yla da konuştum, bana: "Çadırkentleri önce prefabrik kentlere dönüştürerek bu kışı atlatacağız. Sonra da jeolojik, topografik araştırmaları yapılmış bir zeminde yeni kenti inşa edeceğiz. Yıkılan kentin toprakları üzerine yeni kent asla kurulmayacak" dedi. Depremin altından yeni bir Türkiye doğacak gibi...