Kendimle ilgili hiç bir konuda kendime verdiğim sözü tutamıyorum. Yıllardır "belki değişirim" diye bekledim. Tık yok... "Rıza, işler bitmez, kendine zaman ayırman lazım, bu kadar koşuşturma niye? kime?" diyorum. Kendim söylüyorum kendim dinliyorum. Yok, bir türlü geri adım yok... Çat kapı burada, çat kapı arkasında olmayı seviyorum.
Yazıma başlamadan önce şöyle bir gazetelere göz gezdirirken Sayın Hıncal Uluç yine beni orta yerimden çat diye çatlattı.
Niçin olduğu malum tabii. Galatasaray'ın Viyana çıkartmasını yazmış. Beni kıskandırmak için bundan başka bir şey olabilir mi? Düşünsenize Galatasaray'ın bu sene Avrupa'daki ilk maçı ve ben yokum. Bu arada Hıncal Abi'de her sabah güne kahvesine kruvasan batırarak başlamış, akşam yatarken ekspresso içmeyi ihmal etmemiş. Kaldıkları otelin pastanesinin çikolataları da harikaymış.
Oh, ne âlâ Hıncal Abi, afiyet olsun...
Maça gidemedim ona zaten yanıyorum üstüne üstlük siz bir de çikolataları yazmışsınız. Ne yapalım? Şimdi Hıncal Uluç kendisi için yazdığım benim bu nacizâne yazılarımı okurken "Kerata bıdık bu işlere benle beraber mi başladın ha," diyordur. E haklı tabii ama kıskandım işte, kıskançlık parayla mı?
Güneş ve Galatasaray...
Ben, bu sefer ki Galatasaray maçını "Güneş tutulması"na tercih ettim. Yaş kemale eriyor, bir daha güneş tutulmasını nasıl göreceğim ki? Doğa mucizesini izlemek için ben Diyarbakır'a bağlı Silvan'ın Bağdere ilçesine gittim. İyi ki de de gitmişim. İnanın müthiş bir gündü. Yurtiçinden ve yurtdışından binlerce kişi bu mücizevi olayı izlemek için gelmişti.
Sabahın köründe çıkıp gittik Bağdere'ye .
O güne yörük çadırlarında gözleme ve ayran ile kahvaltı il başladım. İnanın böyle huzur verici bir ortam olamaz. Ha, bu arada içtiğim ayranı da yayıkta kendim çalkalayıp yaptım.
Ve saatler ilerledikçe heyecanımız artmaya başladı. Herkesin hazırlıkları artık hat safhadaydı. Gergin ve heyecanlı bekleyiş sürerken rüzgâr çıktı, Diyarbakır'ın neredeyse 50 derecelik sıcak ortamı serinlemeye başladı. Saat tam 14'48'de beklenilen mucize gerçekleşirken tüylerim diken diken oldu. Ay güneşin yörüngesine girmeye başlayınca hava yavaş yavaş karardı ve birden etraf zifiri karanlık oldu.
Arabalar farlarını yaktı, uzaktaki köylerin ışıkları yandı, yıldızları saymaya başladım vallahi. Ve bir süre sonra sanki birisi fişi pirize yeniden takmış gibi etraf günlük güneşlik oluverdi. Sıcaklık tekrar yavaş yavaş yükselmeye başladı. Yemin ediyorum ürperdim, böyle bir güç, böyle bir kudret karşısında... Koca bir evrende güpegündüz her şey bir anda kararıyor ve sonra tekrar normale dönüyor. Böyle mucize bir olay karşısında bazı insanların inançlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor bence.
İstanbul'a dönünce aynı akşam iş vardı ve tabii ki ben oradaydım... Türkiye'nin ünlü iş adamlarından Kadir Has ve eşi Rezzan Has, Tarabya'daki Alsit sitesindeki evlerinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel onuruna davet verdiler. Gece inanılmaz güzel bir atmosferde gerçekleşti. Has ailesinin evi, en tepedeki evlerden biriydi. Terasdan görünen manzarayı anlatmam imkânsız. Bütün Boğaza tepeden bakıyorsunuz. Hani derler ya, "gözünüzün alabildiğine bir manzara" vardı. O anda bir gün önce Diyarbakır'da yaşadıklarım aklıma geldi. İnsanın yaşantısı süresince nelere şahit olabileceği düşündüm.
Davetin yemek işini Swissotel üstlenmiş. Protokol masasında Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel ve eşi Nazmiye Demirel, İstanbul Valisi Erol Çakır, eşi Meral Çakır ile ev sahipleri Kadir-Rezzan Has birlikte oturdular.
Gecenin ilerleyen saatlerinde eğlence faslı başladı. Son günlerin en gözde isimlerinden olan Gülben Ergen minik bir konser verdi. Ben çok fazla geç saatlere kadar kalamadım, yorgunluktan gözlerim kapanıyordu. Müsade isteyip ayrıldım geceden.
Alkışlar Bregoviç'e...
Yazımın başında da bahsetmiştim. Ben bu hafta kendimi Bayan Sabah'a çalışmaya adadım diye. O yüzden bir akşam sonra da Açık Hava Tiyatrosu'ndaki bir konsere gittim. Bilmem söylemeye gerek var mı Goran Bregoviç Açık Hava Tiyatrosu'nda yine nefis bir konser verip, gitti. Goran Bregoviç tam iki buçuk saat kaldı sahnede. Tam 47 kişilik Senfoni Orkestrası eşliğinde sahneye çıkan Bregoviç, konsere Kalaşnikof'u çalarak başladı.
Konser süresince çaldığı parçaları yazmaya kalkarsam bu benim Bayan Sabah'taki son köşe yazım olabilir. O yüzden tek kelimeyle izah etmek istiyorum, "süper bir gece" geçirtti adam yine müzikseverlere.
Bu arada bahsetmiyecektim ama yine o "şey" inadım tuttu işte. Konseri izlemeyip doyasıya müzik dinlemeye, o atmosferi yaşamak isteyene şapka çıkartıp önünde eğiliyorum.
amaaaa...
"Abi be ben kapı gıcırtısına bile oyarım" misali iki de parça bitmeden sözüm ona alkış yapan seyirciye söyleyecek bir-iki lafım var. Belki daha sonraki konserlerde kulaklarına küpe olur: Madem ki konsere geldiniz ve yanınızdaki kız arkadaşınızla sarmaş dolaş, halvet olmaktan gözünüz zaten bir şey görmüyor ve madem nerede, nasıl davranılacağını bilmiyorsunuz, bırakın o zaman yerli yersiz alkışlamayın. Hiç kimse size "niçin alkışlamıyorsunuz ve ya ıslık çalmıyorsunuz" diye kızmaz. Geceyi doyasıya yaşamak isteyenlere engel olmayın hiç olmazsa.