Geçen haftaki yazımızda İtalya'nın Bellagio kasabasındaki bir yuvarlak masa toplantısından söz etmiştik. Türkiye'nin 21. yüzyıla girerken karşılaştığı fırsatları ve sorunları irdeleyen bu toplantıya bizden ve ABD'den katılım vardı. Aslında bugün o toplantının detaylarından çok, ortaya konulan düşüncelerin uzantılarından bahsetmek istiyorum.
Bize özgü bir huy var. Sanırım babalarımız annelerimiz de benzer tartışmalarla büyüdüler. Eski Türk filmlerinin "nayır, nolamaz" nakaratları gibi; "ne olacak bu ülkenin hali" türünden sorular her dönemde kafaları meşgul ediyor. Bellagio'daki oturumdan da aldığım ilhamla, milli alışkanlıklarımıza katkıda bulunup, Türkiye'yi kurtarma planımı açıklamaya karar verdim. Başlıklar şöyle: 1) Fırsat ve hukuk eşitliği 2) Ekonomi yönetimi 3) Siyasi yapılanma 4) Dış ilişkiler.
Siyasal, ekonomik, sosyal ve giderek de küresel bir sistem içinde yaşıyoruz. Sistemi adilleştirmek için, öncelikle "fırsat ve hukuk eşitliğine" ihtiyaç var. Türkiye'de yukarıdaki yüzde 20, milli gelirin yüzde 55'ini palaşırken, aşağıdaki yüzde 20, yüzde 5'ini alıyor. Burada eğitim Türkiye'nin bir numaralı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Eğitim derken yalnızca yıl sayısından bahsetmiyoruz. Eğitmenlerin, kitapların ve mufredatın kalitesi, yetişen insan kalitesini etkiliyor. Hukukta ise, varlığının ötesinde uygulanmasının sağlanması lazım. Hukuk devleti olabilmek için, vatandaşın hukuka tamamiyle güvenebildiği ve sığınabildiği bir ortam yaratılmalı.
Ekonomi yönetiminde, devletin ekonomik aktörlükten sıyrılarak düzenleyici rolünü bilinçli olarak üstlenmesi çok önemli. Dünyada hiçbir ülke tek başına yaşamıyor. Farklı ülkeler gelişmişliğin farklı düzeylerinden geçiyorlar. Dünyadaki örnekleri izlemek, yanlışları ve başarılı olanları görüp değerlendirmek gerekiyor. Yüksek bütçe açığı ve kronik enflasyondan kurtulmamız şart. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirmesi, sorunu kökünden halledebilecek tek yöntem. Devletin sağlık, eğitim ve teknolojide öncü ve destekleyici olmasında fayda var.
Devletin oldukça ağırlıklı rol oynadığı ülkemizde, siyasi yapılanmanın sağlığı hayatımızı yakından ilgilendiriyor. Ülkenin en verimli hedeflere ulaşabilmesi için, üst düzeydeki çalışma ve karar alma mekanizmalarının kusursuz işlemesi lazım. Bu da bilgi, ikna gücü ve 'doğru' hareket etme sağduyusuna sahip olmayı gerektiriyor. Bu üçünü birleştiren politikacıları teşvik etmezsek, meydan başklalarına kalabiliyor. İş işten geçince yapılan şikayetler de devlete (ve bize) milyarlarca dolara patlıyor.
Dış ilişkilere gelince, AB'nin hukuki ve ekonomik altyapısına entegre olmak, dünya ticaretindeki gücümüzü artıracaktır. Özellikle Euro'nun tedavüle girmesinden sonra bu blok daha ön plana çıkacaktır. Buna rağmen, Avrasya'nın ortaya koyduğu imkânlarda Türkiye'nin öncü ülke konumunda olması çok avantajlı olabilir. Bölgedeki ağırlığımızı artırmak için öncelikle Kıbrıs ve Güneydoğu Anadolu sorunlarımızı çözümsüz konumlarından çıkarmamız gerekiyor. Burada, ABD ve NATO ile ilişkilerin olumlu rotada sürmesi ve komşuluk ilişkilerimizin iyileştirilmesi de çok önemli.
Dünyadaki güçler dengesi içinde alabileceğimiz rol, birey ve toplum olarak bilinçlenme derecemizle doğru orantılı olacak.