kapat

16.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Şair öldü dersem sakın inanmayın
Mesela bir şair, yıllarca satır satır yüreğinize işlese, kelimelerini kelimeleriniz yapsanız, mısra aralarına minik çizikler atsanız, sarıya çalan kitabın kimi sayfasının ucunu, üçgenlerle katlasanız. Muzır cümlelerine gülseniz, göndermeleriyle düşünseniz...

Sizin anlatamadığınızı, siz gibi o anlatsa, yazamadığınızı yazsa, sesinizi onun kelimelerine katsanız, hiç karşılaşmamış olsanız da hep bilseniz, anlasanız. Sonra o şair için "öldü" deseler, inanır mısınız?

Hem zaten şairler ölür mü ki!

Mesela Can Yücel!

O koskoca adam, tok sesli, aklımda hep uzun, beyaz, Noel Baba sakallarıyla kalan şair...

Olsa olsa bir zaman yazdığı şiirde sorduğu

"Adem, cennet-alada Havva ile zinadan

Hüküm giyip sürülmüş dünyaya,

Pekiy, Cengiz'in geçen pazar Göztepe Doğumevinde

Dünyaya gelen oğlu Osman'ın

Öbür taraftaki vukuatı nedir acaba

Nerden soruşturmalı dersiniz,

Hangi masadan?"

sorusuna yanıt bulmaya gitmiştir bir yerlere!

Can Yücel'le biz hiç yanyana gelmedik. Ama onun güleç yüzlü Güler'ini yıllar önce -desem ki 14 yıl, yalan olmaz- tanımıştım. Kısa kesilmiş saçları gümüş pırıltılarla doluydu.

"Şu sıralar ben..."
Elimde, şairin 1984 yılında basılan şiir kitabı; Gökyokuş.

"Günebakanları korumakla uğraşıyorum" diyor girişinde. Aslında çok şeyler söylüyor, dinliyorum:

"Bu söyleşi için telefon ettiğinizden beş-on dakka sonra, epiy 'sportif' bir olay geçti başımdan. Bizim Dragos'taki evin yanında boş bir arsa var, önü resmen çöplük, kibarlara yani. Çoğu ecnebi olmak üzere konserve kutuları, Amerikan çaputları falan-filan... aşağı mahallelerden gelen çoluk-çocuğun talanından arta kalsa da, hayli bir yekün. Çöplük resmetmeyi aklına takmış ressamlara salık veririm, renkli mi renkli, civciv mi civciv bir konu... Arsanın başka bir yararı daha var, gerileri bekçilerin ineklerine otlak. Baharın ne güzeldi inekler, yemyeşil otların arasında hışır hışır. Şimdilerde başları darda, sararmış dikenler içinde. Aksilik bu ya, ben de duvarın dibine günebakanlar diktiydim şirinlik olsun diye. Güneşiliğini severim onların. Mallar, haklılar gerçi, musallat oldular benim sarı sıcaklarıma. Sığırtmaç da, domuzluğundan herhal, hayvanları kaçırmışlığa yatıyor. Olan bizim günebakanlara oluyor. Dedim a, tam telefon ettikten sonra siz, bi baktık ki, bir dana güneşten yediği yetmemiş gibi, bahçeye dalmış, ordan burdan hırsızlayıp diktiğim çiçeklere abanmış. Çıkarabilirsen çıkar. Hötzöt, taş, sopa, attık fıkarayı dışarı. Açtım sonra telefonu kooperatifin bekçilerine, 'önümüzde bir otomobil çiğnedi bir danayı, gelin alın!' diye. Can havliyle toplaştı bekçi arkadaşlar ya, yaralı dana yok ortada. Arasın dursunlar gayrı... Bu uzun öyküden çıkardığım kıssa mı ne? 'Ne yazıyorsunuz, nasıl çalışıyorsunuz? Şairliğinizi nasıl sürdürüyorsunuz?' diye soruyorsunuz ya, ona yanıt bu.

BU ARA BEN KARDEŞLER, DAVARLARA KARŞI GÜNEBAKANLARI KORUMAKTA UĞRAŞIYORUM. YETERİNCE CİDDİ OLMADI MI BU YANIT DERSİNİZ? VARSIN OLMASIN. BEN ŞİİRİ CİDDİYE ALMIYORUM Kİ ZATEN. YETER Kİ ŞİİR BENİ CİDDİYE ALSIN. DAVETSİZ MİSAFİRDİR, PAT DİYE GELİR O, YA BİR AFRİKA MENEKŞESİNİ, YA ÖLEN BİR DELİKANLIYI BAHANE EDER, OTURUR KARŞIMA, KALDIRABİLİRSEN KALDIR ARTIK."

Şairler, ne tuhaf insanlar. Kitaplığıma şöyle bir göz gezdiriyorum. Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Sait Faik, Nafiz Çamlıbel, Attilâ İlhan...

Hangisi hayatta, hangisi değil? Bilmek istemiyorum. Ben şairlerle ölümü yan yana getiremiyorum.

Sesleri yok olan, sözleri hep kalan ve kalmayı sürdüren insanların ölümü nasıl bir şeydir, çözemiyorum.

Durup dururken, bir kitabı karıştırınca, hele okuduğunuz bir şiir olunca, zaman nerede kalır, kim bilebilir? Şu şairler tuhaf insanlar, ölümleri bile zamanı altüst ediyor. Ve kendileri dahil hiç kimse, onların öldüğüne inanamıyor.

Sahi şairler nasıl ölür!

Buluşmak üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün

Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek

Öbür yanda güneş kendi keyfinde

Ne de olsa yaz yağmuru

Pırıl pırıl düşüyor damlalar

Eteklerin uça aça bir koşudur kopardın

Dar attın kendini karşı evin sundurmasına

İşte o evin kapısında bulacaksın beni.

Diyelim için çekti bir sabah vakti

Erkenden denize gireyim dedin

Kulaç attıkça sen

Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan

Ege Denizi bu efendi deniz

Seslenmiyor

Derken bi de dibe dalayım diyorsun

İçine çil çil koşuşan balıklar

Lapinalar, gümüşler var ya

Eylim eylim salınan yosunlar

Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya

Çakmak çakmak gözleri

Meydan ya Taksim ya Beyazıt Meydanı

Herkes orda sen de ordasın

Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından

Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim

Özgürlüğe, mutluluğa doğru

Her işin başında sevgi diyor

Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili

Bi de başını çeviriyorsun ki

Yanında ben varım.

Can YÜCEL


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır