|
|
Güçlünün işi zor
Erkekler güçlü ve başarılı kadınları her ne kadar çekici bulsalar da, çoğu erkek güçlü bir kadınla sürekli ilişkiden kaçınır. Bunun nedeni, erkeğin ilişkiye girebilecek kişisel gelişimi kendinde henüz gerçekleştirememiş olmasıdır.
Psikolog Leyla Navaro, "Bir Cadı Masalı" adlı kitabında "Güçlü kadınlar terk mi edilir?" sorusuna şu yanıtları veriyor: "Kadın dediğin varolmak için başkalarına, özellikle bir erkeğe ihtiyaç duyar. Kadınlara atfedilen kimlik böyle. İhtiyaç taleplerinde bulundukça, çaresizlik ve beceriksizlik sergiledikçe, kadınlar yanlarındaki erkeğe beceriklilik, yeterlilik duyguları yaşatır. Yaşattığı sürece de erkeklerin ilgisini çeker. Çünkü erkekler genelde güçlülük fırsatları yaratan, kendilerini kolayca kuvvetli, güçlü hissetmelerini sağlayacak ilişkileri tercih ederler.
Aptalsan işin kolay!
Örneğin klasik Marilyn Monroe filmleri, geleneksel kadının acemilik, "aptallık" davranışlarını çok komik sergiler. Gerçekten de, Marilyn'in filmlerinde görüldüğü gibi aptal ve beceriksiz olmadığı çok aşikardır. Ancak Marilyn'in önemli gücü, yanındaki erkek her ne kadar kendi göründüğünden daha aptal ve beceriksiz olsa da, kendini ondan da beceriksiz gösterip, günümüzde artık komik olan boyutlarda acemilikler sergilemektir.
Güçlü olmak ve güçlü görünmek, bir kadın için geleneksel kimlikten çıkmaktır. Kimlik farklılaşması nedeniyle, güçlü olmak önemli ilişkilerini de yitirmek anlamını taşıyabilir. Erkekler güçlü ve başarısız kadınları her ne kadar çekici bulsalar da, çoğu erkek güçlü bir kadınla sürekli ilişkiye girebilecek gelişimi kendinde henüz gerçekleştirememiştir.
Bu gelişim, ideal erk-ek ütopyasından arınıp, mutlak üst/ast ilişkisi gerektirmeyen eşit koşullarda, zaman zaman birinin, zaman zaman diğerinin güçlü ve güçsüz olabileceği, insan insana, rollerin ötesinde gerçek bir ilişki anlayışını içerir. Psikolojide buna "birlikte güçlenmek", birbirini güçlendirmek adı verilir."
LEYLA NAVARO'NUN HASTALARINDAN İKİ ÖRNEK
Güçlü ve yalnız...
GÜÇLÜ ve kişilikli bir kadındı Doğa. Erken yaşta iş hayatına atılmış ve oldukça başarılı olmuştu. İlk evliliğinden doğan iki çocuğunun velayeti de kendindeydi. Fırtınalı bir-iki ilişki yaşamıştı; yaşamını paylaşacak, birlikte sevdikleri faaliyetleri gerçekleştirebileceği, sevgili olabileceği bir yol arkadaşına ihtiyaç duyuyordu. Evlenmek önde gelen kaygısı değildi. Bu deneyimi daha önce yaşamış ve bitirmişti. Maddi geçimini kendi işiyle zaten temin edebiliyordu. Dolayısıyla aradığı maddi güvence de değildi. Sadece yol ve gönül arkadaşlığıydı istediği...
Bunu bulabilmenin zorluklarından söz ediyordu Doğa. Tanıdığı erkekler, ona ne verebileceklerini bilemiyorlardı.
Maddi güvenceye ihtiyacı yoktu. İş konusunda yardım ve danışmanlığa da ihtiyacı yoktu. Çocuklarına mutlak bir baba figürü aramıyordu. Kendi de bir "baba", bir "koruyucu" aramıyordu. Eşit düzeyde bir ilişki, rollerin dışında bir kadın/erkek birlikteliği, yoldaşlık, dostluk, sevgililik istiyordu.
Tanıdığı erkekler ona ne verebileceklerini kestiremiyorlardı.
Oysa bir şey beklediği yoktu. Çıkarsız, rolsüz bir erkek/kadın ilişkisi mümkün değil miydi? Yoksa erkekler onun kendine yeterliliğinden, gücünden mi ürküyorlardı? Birkaç kez: "Fazla zekisin!" mesajı, kompliman şeklinde olmadan söylenmişti. Onu "geleneksel kadın" rolünde görmedikçe, ondan çekiniyorlar mıydı yoksa? Belki de Doğa'nın zeka ve başarısı karşısında kendilerini daha üstün hissedemedikleri için yaklaşmıyorlardı... Belki de onunla bu anlamda rekabete girdikleri için çekici gelmiyordu... Ne yapabilirdi? Kendini güçsüz mü kılmalıydı?
Bir ara tüm başarılarından işinden uzaklaşıp, sade bir vatandaş, sade bir kadın olmayı çok arzu etti. Başarısı ve başarısından ileri gelen gücünün erkeklerle ilişkisine engel olduğuna inanıyordu.
Banu'nun seçimi
18 YILLIK evliydi Banu. Çocuğu ve eşiyle yaşamakta, evinin dışında herhangi başka bir işle meşgul olmamaktaydı senelerdir. Yaşamı evi, eşi ve çocuğu etrafında odaklaşmıştı.
Gün içi saatlerinde görüştüğü bir-iki kadın arkadaş çevresi, akşamlarıysa eşiyle zaman zaman görüştüğü bir sosyal çevresi vardı. Evde iki erkeğin tüm ihtiyaç ve taleplerine koşturmakta, her birinin isteğini aksatmadan yerine getirebilmek için tüm zamanını ve enerjisini seferber etmekteydi.
Alımlı, bakımlı ve güzel bir kadındı. Ancak bakışlarında solgunluk, ışıksızlık vardı; yaşam sevinci yok olmuştu. Konuşurken gözlerini sürekli kaçırıyor, başını hafifçe sol omuzuna eğerek çaresizlik, güvensizlik mesajları veriyordu.
Mutsuzdu. Evinde hiçbir sözünü geçiremiyor, evin iki erkeği tarafından sürekli aşağılanıyor, küçük düşürülüyordu. "Sen ne anlarsın! Sen zaten aptalsın!" nitelemeleri gündelik yaşamının vazgeçilmez bir parçasıydı. Anlamadığına, aptallığına kendi bile inanmaktaydı artık..
16 yaşındaki oğlu karşısında hiçbir gücü, otoritesi yoktu. Kullanmıyordu. Oğlunun erkek modeli olarak babayı örnek aldığı aşikârdı.
Eşiyse, karşısında hiçbir direnç görmediği bir ortamda isteklerini kolaylıkla elde etmenin rehavetini yaşamaktaydı. Sıhhatini bahane ederek, Banu'nun tüm taleplerini geri çeviriyordu. Oysa Banu, daha canlı, daha hareketli, daha dolu bir yaşam arzu etmekteydi. Gençti, enerjikti, 38 yaşında içi göçmüş, iyice ihtiyarlamış hissediyordu kendini.
Kendini geliştirmek, özgüvenini artırmak için epeyce uğraştı Banu. İsteklerini daha etkili bir şekilde, kendine inanarak, nasıl duyuracağını öğrendi. Yapmak istemediklerine, doğru bulmadıklarına "hayır" demeyi öğrendi. Oğluna karşı otorite ve etkisini nasıl kullanacağını öğrendi.
Artık kendinden daha emin ve daha güvenliydi. Gözleri ışıldamaya, yaşamdan az da olsa haz almaya başlamıştı.
Ve kocasının rahatsızlığı ayrı oranda artmaya başladı. Çeşitli doktorlar ve tahliller gerçek bir hastalık nedeni göstermiyordu. Ancak sürekli rahatsızdı kocası. Kol ağrılarından şikayet ediyordu. Sol kol ağrıları bir kalp yetmezliğinin başlangıcı olabilir miydi? Oysa tahliller yapılmıştı, sonuçlar temizdi. Yoksa başka bilinmeyen bir rahatsızlık mı vardı? Acaba çok fazla ileri gidip eşinin sıhhatiyle mi oynuyordu Banu? Belki de kendinde yaptığı değişiklikler kocasının sinir sistemini bozmuştu. Bu sorumluluk ve suçluluğu nasıl göğüsleyecekti? Nasıl yaşayacaktı bununla? Nasıl başedecekti? Zaten kocası ondaki değişimleri sürekli eleştirerek kafi derecede sinirleniyordu. Bu da sıhhatini etkiliyordu. Acaba eski haline mi dönseydi? Eski halinde daha mı rahattı?
Eski haline dönmeyi denedi Banu. Her şeyi olduğu gibi kabullenen, isteklerini fazla dile getirmeyen, otoritesini-gücünü kullanmayan... Eşinin sıhhati düzeldi, ev düzeni eski haline döndü. Sadece gözbebeğindeki küçük ışıklar söndü Banu'nun...
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|