Bir ara çıplak hanım, azıcık uzanıp hiç değilse tül perdeyi çekmeye çalışır gibi oldu. Perde biraz çekildi, biraz çekilmedi; gösteri adeta profesyonelce devam etti...
O sırada, benim bu yaştaki zorunlu röntgenciliğimi başka paylaşanlar da var mıydı, bilmiyorum... Ancak açık pencere dibindeki gösteri dikkati çekmeyecek türden değildi..
Bir de İran sorunu var.. Bir de Almanya'dan almak istediğimiz 15 milyar marklık 1000 Leopard tankı sorunu...
Bir de "yasama-yürütme-yargı" üçgeninin Bütçe'den alınan paylar arasındaki eşitsizlik sorunu.
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, böylesi bir eşitsizliğin bir Anayasa ihlali olduğunu dahi söylemek zorunda kaldı...
Alman siyasetçilerinin önemli bir bölümü, Ankara'ya Leopard tanklarının satılmasına karşı...
Tıpkı Amerikan Kongresi'nin önemli bir bölümünün de yine Ankara'ya aşırı silah satılmasına karşı olması gibi...
Alman siyasetçilerinin bir başka bölümü ise, tank satışı karşılığı Türkiye'den gelecek 15 milyar markın Alman ekonomisine büyük katkı yapacağını savunmada...
Bir yanda IMF'den kredi ricaları, bir yanda Alman ekonomisine katkı yapma girişimleri...
Bütün bunların nedenleri, gerekçeleri, ayrıntıları, kamu oyuna yansıtılan bir saydamlıkta olmadığı için; bize de TV haberlerinden öğrendiğimiz kadarını sadece tekrar etmekle yetinmek kalıyor.
Yeni Dünya düzeninde savaşların kârlı olmaktan çıktığı tezleri ağır basmada...
Gorbaçov da, milyarlarca dolarlık ordularla orayı burayı zaptetmeye kalkmak yerine; çok daha ucuza mal olan turistik gezilerle, gidip oraların tadını çıkarmanın çok daha akıllıca olduğunu savunup durur.
Globalleşme sürecinde, "ulus-devlet" modelindeki eski katılıkların gevşemesi, gitgide silahlarla ilgili harcamaları da etkileyeceğe benzer...
Evet vardır anlamı...
Kuşaklar, yaşadıkları dönemlerden kendi formasyonlarını da etkileyen çeşitli "hipnozları" hiç değişmeyecek "doğrular" sanırlar...
Jüpiter'in tanrılar tanrısı olduğuna inanıldığı günlerde de bu böyleydi, Dünya'nın yuvarlak olduğunu söylemenin cehennemlik bir günah sayıldığı günlerde de...
Sanatçılar, düşünürler, bilimciler, yazı adamları ise her dönemde "tabu"ların, "dogma"ların, "hipnoz"ların, "koşullanma"ların üstüne gider ve insan aklını bir takım saplantılardan arıtıp, özgürleştirmeye çalışırlar...
Mevcut koşullanmaları alabildiğine kullanmayı, kendi egemenlikleriyle çıkarlarına daha uygun bulan siyasetçiler ise, bu yüzden, mevcut koşullanmaları kırmaya kalkanlara bitmez tükenmez bir öfke duyarlar...
Bu tür öfkelerin gazabından ne Socrates kurtulabilmiştir, ne Campanella, ne Blanqui, ne Tevfik Fikret..
Türkiye de hızlanan değişimlerle ahenk tutturamamanın mızraklaşmış çelişilerini yaşıyor.
Bir yanda Kuran kurslarıyla üniversitelerde başını örtebilme tartışmaları, bir yanda açık pencere önünde sevişme gösterileri...
Bakalım Alman tanklarını alabilecek miyiz?