"Köprü"de de semt pazarı
Saat 17.00 gişelerin önündeyim; sadece arabalar var... Saat 17.45 ortalık satıcı dolmuş. Gişe önündeki boşluklarda simitçisi, dondurmacısı, sucusu.
On yıl kadar önce Kars ve yöresini dolaşırken, emekli bir öğretmenin anlattıkları aklımın şöminesini yüz mumluk ampul misali aydınlatmıştı:
"Bey, artık ne duracaksın buralarda. İş yok, kapısını çalacağın bir fabrika yok. Baksana, elli milyar parası olan bütün Kars'ın evlerini alacak durumda. Buralar, on bir ay kış. Aldığım emekli maaşı, yalnızca kömür parasına yetiyor. Şimdi gitsen İstanbul'a, İzmir'e, Antalya'ya, su satsan, otobüs bileti, vapur jetonu, hıyar, domates satsan, aldığın emekli maaşı yanına kâr kalır."
On yıl boyunca, İstanbul'da, İzmir'de, Antalya'da nerede bir su satıcısı, bir simitçi, otobüs bileti, vapur jetonu satan görsem, o kişinin yüzünde Karslı öğretmenin sretini aradım.
Bir süredir ise ya Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün ya Boğaz Köprüsü'nün girişinde bazen "Algida" dondurma, bazen bir şişe "pet" su, bazen de simit satarken görüyorum sretini...
Kimi akşamüzeri, güneş Marmara'nın koynuna ışıktan hançerini saplarken Siirtli İrfan çocuğun sretinde beliriyor, kimileyin Diyarbakırlı Şeyhmus, kimileyin de devlet memuru olduğundan dolayı adını vermek istemeyen bir bordro mahkmu kimliğinde...
Katığı "ekzos" simitler...
İrfan, yurttaşlık belgesi Siirt'e kayıtlı bir genç. Ama nicedir, kimliğini kimsesizliğin tül perdesine sararak kaydını düşmüş Siirt'ten. Daha bir kaç aya kadar Yalova'da bir lokantada komilik yapıyormuş... İşler bozulunca İstanbul Karanfil köyde bir gecekonduya atmış kapağı. Şimdi ise Fatih Sultan Mehmet Köprüsü gişelerinin önünde simit satmakta...
Hani Refik Durbaş'ın yirmi yıl kadar önce yazdığı "Çaylar Şirketten" kitabında anlattığı o simitçi çocuk gibi... Ne diyordu o simitçi:
"Yüzümde pas tutmuş sabah
köşebaşı rüzgâr ayaz
simit satarım susamlı
poyraz renkli can dokulu
şafaklardan daha beyaz
hasretimden daha kara
simit satarım susamlı
buyur tanesi üç lira
bana kalan yimbeş kuruş
anlamazım ne iştir bu"
İrfan, ilkokulu altı yılda bitirmiş. Yirmi yıl öncenin üç lira olan simiti, şimdi İrfan'ın boynuna dayadığı sopada tam yüz bin lira. Yani kırk bin liraya aldığı simitin tanesinden İrfan'ın hissesine düşen altmış lira...
İrfan'a günde kaç simit sattığını soruyorum. "Belli olmuyor abi" diyor, "ama günde yüzden aşağı düştüğü olmuyor."
Alman da şikâyet eder
İrfan'ın korkusu, trafikten değil... Özellikle akşam üzerleri, o araba mahşerinde bir simitten kazanacağı altmış bin lira için altmış takla atmaya razı...
Korkusu, "Köprü" üzerinde iş tuttuklarına dair gazetelerde haber çıkarsa zabıtanın ya da polisin, işlerini engellemeye çalışacağından...
Yine İrfan gibi simit satan Diyarbakırlı Şeyhmus, sözün kapısını aralıyor:
"Geçende buradan bir Alman şikâyet etti bizi, bir süre işe çıkamadık."
Bakıyorum, gerçekten de gişelerin önü bir semt pazarı görünümünde. Mesela dün, saat 17.00 sularında geldim gişelerin önüne. Tek bir satıcı yok...
Bir saat geçti geçmedi, dondurmacısı, sucusu, simitçisi, keten helvacısı, ki daha çok onlar Boğaz Köprüsü cihetinde, yerden biten mantar misali doldurdular gişelerin önündeki alanı...
Şeyhmus'a burada kaç kişi çalıştığını soruyorum.
"Elli kişi kadar vardır burada çalışan. Aileleriyle birlikte beş yüze yakın kişi buradan ekmek yemekte" diyor.
"Devlet memuruyum abi"
Bir kamu kuruluşunda memur olarak çalışan su satıcısı ise, devlet memuru olduğu için ne adını söylüyor, ne de bir fotoğrafın objektifine düşürüyor yüzünü...
Gömleğinin üst cebinde geçen ayın maaş bordrosu, çıkarıp gösteriyor.
Tamamı tamamına yüz yirmi yedi milyon Türk Lirası...
"Bu parayla" diyor, "ev kirası mı vereceksin, çocuğunun okul harçlığını mı?"
Suyun şişesini elli bin liradan alıyormuş... Satışı ise gününe göre yüz bin ile yüz elli bin lira arasında...
Fiyat ayarlamasını havanın sıcaklığına göre ayarlıyor sanıyorum.
O da günde kaç şişe su sattığının rakamını veremiyor.
"İş bu, belli mi olur?"
Bugün, rüzgârın azizliğinden olacak dondurmacılar pek yok ortalıkta...
Katığı "ekzos" olan simit ile su satıcıları çoğunlukta...
İrfan'dan bir simit alıyorum, parasını almak istemiyor. Zorla avucuna bir yüz bin lira sıkıştırıyorum. Yarısını fotoğrafçı arkadaşıma vererek Avrupa yakasından Asya yakasına geçiyorum.
Onlar orada kalıyorlar, İrfan ve Şeyhmus, Ali ve Hüseyin ve adını söylemek istemeyen "devlet memuru" olarak değil, bir bardak soğuk su ve katığı "ekzos" olan bir dilim simit olarak...
Refik DURBAŞ
|