20.Yüzyıl Türkiye'sini kavramak için, 19.Yüzyıl'da doğru yaylanmak gerekiyor. Bu arada; ileri sıçrayalım derken, geçmişin çoğu karartılmış labirentlerinde yolu kaybetmek ihtimali de mevcut.
Ne var ki, geçmişe aldırış etmeden gözü ileriye, gelecek yüzyıla dikmek, yol haritası olmadan seyahata çıkmaktan farksız.
Bu yüzden, yüzyıllar tahteravallisinde sallanıyorum....
İçinden geçtiğimiz günlerin tatsızlıkları kritik bir tarih dönemecine gelip dayanmamızla ilgili olmalı. Derin bir geçmişi, yeni bir yüzyıla bağlamanın eşiğindeyiz. Kendimizi yeniden tanımlama zorunluluğumuz, eski ile yeni arası geçitte ilerlemeyi hayli sancılı kılıyor. Bu, belki de olması gereken bir şey. Birçok toplum, tarih geçidinden şiddetli sancılarla geçti.
Söz konusu kitabı İngilizce yazmam icap ediyor. Anadilimle oynayabildiğim gibi oynayamasam da, her geçen sürekli zenginleşen ve internet dili olması hasebiyle, "esperanto"yu tarihin bir fantezisi haline getirerek tartışmasız dünya dili konumuna yerleşen bu dille boğuşmanın kendine özgü bir cazibesi var.
Kendi ülkemin ve toplumumun bilinmez bir geleceğe ilişkin heyecanlı serüvenini İngilizce yazmayı tasarlarken, beynim, yavaş yavaş bir başka zorlu ama gerekli çalışmaya davetiye çıkarmaya başladı. Amerika'nın serüvenini Türkçe yazmak... Yıllardır kafamın bir kenarındaki raflardan birinin köşesine atılmış ve belki de bulunduğu yerden hiç indirilmeyecek tozlu bir projeydi bu. Şimdi üzerindeki tozları hafif hafif silmeye koyuldum.
Bu dürtüyü yaratan, bu dürtüyü yarattığının farkına bile varmadan Amerika'nın eski Ankara büyükelçilerinden biri olan Morton Abramowitz oldu. Abramowitz, diplomatik deneyiminin yanısıra, Amerika'nın düşünce üretim merkezlerindeki rolü sebebiyle, bu ülkenin entellektüel hayatının saygıdeğer şahsiyetlerinden biri. Ayrıca insan” yardım çalışmalarında da hayli faal. Bosna ve Kosova, onu unutmayacak.
Ve, Morton Abramowitz, binbir işi arasında bir de Türkiye hakkında kitap yazmaya girişti. Üzerindeki yükler, bu kitabı tek başına yazmaya ayıracağı vakti engelleyince, durmadı; bu kez, böyle bir kitabın yazılmasını örgütledi. Kitabın yayınlanmasını Century Foundation (Yüzyıl Vakfı) adlı ve J.F.Kennedy'nin danışmanları ve bakanlarından oluşan bir ekip destekliyor. Şu sıra Amerika'da her konuya "yüzyıl" boyutuyla yaklaşmak revaçta. Benden istediği, Türkiye'deki Amerika algılaması hakkında bir bölüm kaleme almam...
Bunun çalışmasına başladığımda ise, 50 yılı aşkın sıkı müttefiklik ilişkisine rağmen, Türkiye'nin Amerika'yı doğru dürüst tanımadığını, daha da öteye 20.Yüzyıl'a kesin damgasını vurmuş ve 21.Yüzyıl'a da vuracağı kesin olan bu ülkeyi, özüne uygun biçimde algılamadığını gördüm.
Amerikan tarihini, toplum yapısını, Amerika'nın asıl güç kaynağını, ruhunu kavramaya ve çözmeye gayret ediyorum. Okudukça, yepyeni bilgilere ulaşıyorum. Her geçen gün, Amerika hakkında onca yılı ne denli yetersiz bilgiyle geçirmiş olduğumun idrakine varıyorum.
Türkiye'nin önünü araştırırken, Amerika'nın dünü, bugünü ve yarınını kavramaya yönelik biçimde beynimi harekete geçiren ilham kaynaklarımdan biri Çetin Altan. Yetmiş yaşının ortalarına yelken açmış olmasına rağmen, Türk düşünce hayatının en genç beyinlerinin başında geliyor. İkidebir her yazıda "enseyi karartmayın" çağrısını, teknolojinin nasıl ve ne süratle ve nelere kadir olacak biçimde 21.Yüzyıl'a ilerlediğini farkederek yapıyor. Teknolojinin, esas olarak, Amerikan patentli olduğunun da farkında.
Bu "patent"i niçin Amerika elinde tutuyor? Beni, asıl ilgilendiren bu.
Ve, giderek "özgürlük" ve "demokrasi" kavramıyla bilimin ve teknolojinin üretilmesi ve elde edilmesinin irtibatını kurabiliyorum.
Haftaya bu konularda buluşmak üzere. "Enseyi karartmayın"....