


Kokulu yazı
Bugünlerde Boğaziçi'ne yolunuz düşerse, şöyle güzel bir "Boğaz havası" solumayı ummayın boşuna.
Çünkü yok!
Ciğerlerinize çekeceğiniz Boğaz havası değil, düpedüz lağım kokusu olacak.
Çünkü Boğaziçi kokuyor.
Hem de lağım kokuyor.
Özellikle yaz akşamları, Baltalimanı'ndan geçerken burnunuzun direğini kıracak bir kokuyla yüzünüzü buruşturuyorsunuz.
İstinye'ye geldiğinizde koku artıyor.
Tarabya koyu ise neredeyse Haliç gibi.
Denizden gelen kokuyla irkilmemek elde değil.
Oysa eskiden bu köyün Rumca adı, "tedavi" anlamına gelen "Terapia" idi.
Güzel havasından dolayı bu isim verilmişti köye.
Şimdi gelin de güzel havayı görün.(!)
***
İstanbul Boğazı akıntılarıyla ünlü.
Öylesine güçlü akıntılar var ki burada, dev gemileri sürüklüyor. Ters akıntıya kapılan gemiler yalılara tosluyor.
İşte böylesine güçlü akıntılar bile, kirlenmeyi, pislenmeyi, kokmayı önleyememiş.
Oysa biz "Akar su pislik tutmaz!" diye bilirdik.
Demek doğru değilmiş.
***
Boğaziçi bir yandan kokuyor bir yandan da Pompei'nin son günlerini andıran bir eğlence ve şenlik dünyası içinde yüzüyor.
Yüz milyonlarca, milyarlarca lira hesap ödenen lokantalar, diskolar, havai fişek gösterileri gırla.
Lüks otomobillerine binen paralı sınıf, lağım kokuları arasından geçerek bu eğlence yerlerine gidiyor.
***
Yıllar önce, biraz da kızgınlıkla ve uyarmak, sarsmak, dürtmek ihtiyacıyla "Bir kaç bin kişi bir yere toplandığımızda orayı hemen kokutuyoruz." diye yazmıştım.
O zamanlar Boğaz kokmamıştı daha.
Şimdi ne demek gerekir bilemiyorum.
***
Fatih, İstanbul'u aldı diye her 29 Mayıs'ta tören yapanlar, bu kente, bu Boğaz'a, bu doğa ve tarih harikasına layık olmadığımızı düşünmüyorlar mı acaba?
Biz burada oturmaya layık mıyız?
Dünyanın en güzel şehrini; demir filizleri kesilmemiş, sıvanmamış, iğrenç kaçak yapılarla doldurduğumuz yetmedi, şimdi de Boğaz'ı katlediyoruz.
Ve bir insanlık suçu işliyoruz.
Çünkü bu kent, yalnız bizim değil, bütün insan soyunun kültür ve doğa mirasıdır.