Zaman tünelinde altmışıncı yaşıma doğru yol alan "genç" ömrümde beklemediğim "şey" kalmadı. Nice günler, delikanlılığımın genç kızlarını bekledim yıldızlı semalarında baharın. Nice geceler, yaldızlı sözcüklerle şiirimi dokumasını nur yüzlü bir karanlığın ve onun arka odasındaki tan yerinin. Umudu da bekledim, kederi de... Yalnızlığı da, acıyı ve sevinci de...
Ama bir gün, "deprem"i bekleyeceğim hayatımın takvim yapraklarına düşmesini nereden bilebilirdim.
İki gündür, bir elimde küçük bir defter, ötekinde bir kalem depremin gelmesini bekliyorum.
Fotografisini nasıl olsa Haluk Soysal çekecek, ben hiç olmazsa adresini alırım diye...
İki gündür Saroz Körfezi'ni dolanıyorum Güneyli'den Erikli'ye, Keşan'dan Gelibolu'ya...
Gözlerim mor gövdelerinin gölgelerini Ege'nin lacivert siluetini indirmiş dağlarda... Dağların gölgesine sığınmış denizin ak köpüklerinde...
Acaba denizden bir "denizkızı" suretinde çıkıp gelecek, yoksa ak giysileriyle dağların yamaçlarından mı inecek deprem?
"O gavur nerden bilecek?"
Bu bekleyiş heyecanıyla Gelibolu'da Piri Reis heykelinin altında köfte satan Ali usta ile konuşuyorum.
Ali usta, "o gavur nereden bilecek depremin gelişini" diyor ve ekliyor.
"Bu Allah'ın işidir. Kimse bilemez. Kuranı Kerim yazıyor, dünyanın sonu geldiğinde bir adam çıkacak, bütün köyleri dolaşacak ve haber verecek deprem olacak diye. Hani, o adam geldi mi? Haber verdi mi? Bunlar boş laflar. Deprem filan olmayacak."
Ama sözlerinin arasına Gelibolu'dan kaçanların olduğunu da sıkıştırıyor.
"Sen gitmiyor musun?" diyorum.
"Nereye gideceksin?" diyor, "deprem gelirse gittiğin yerde de yakalayamaz mı sanıyorsun kendini?"
Her yer ya kiralık ya satılık
İçimde tuhaf bir ıssızlık duygusu. Sanki bütün Gelibolu yarımadası, Saroz Körfezi terk edilmiş gibi... Akşamınan, Gelibolu'ya 12 km uzaklıktaki Güneyli'ye gidiyorum. Yol boyu hemen her evin kapısında "satılık", penceresinde "kiralık" levhaları... Aynı tabelalar Keşan-Erikli arasında da...
Bu bölgede yaz turizmi en fazla iki ayla sınırlı. Güneyli'de Orfoz Motel'in işleticisi, kimya mühendisi Selçuk Bozçağa, deprem söylentisi yüzünden rezervasyonların iptal edildiğini söylüyor. Gerçi 28 odalı motelde bizden başka kalan yok ama, hafta sonu dolacağından umutlu Bozçağa telefon numaramı bırakıyorum, eğer hafta sonu turizmcileri gelmezse, depremi Orfoz'da bekleyeceğim.
Güneyli'de Orfoz'un öteki ucundaki Orhan Restoran Dinlenme Tesisleri'ne gidiyorum. Tesiste, sahibi Erol Dumar ve kebap ustası Kadir'den başka kimse yok. Erol Dumar, "15 gün önce bütün rezervasyonlar iptal edildi" diyor.
Kadir usta barın başına geçiyor, "bir fotoğrafımı çek" diyor, "eskiden kendin pişir kendin ye derdik, şimdi ben doldurup ben içiyorum" diyor.
"Abi, esnaf kan ağlıyor. Ben aynı zamanda bakkallara toptan işi yapıyorum. Bakkal, aldığı malı satamadı ki, benim paramı versin. Yazlıkçılar 15 gün önceden kaçtı. Kimi 15 gün sonra döneceğini söylüyor ama, turizm de yandı, biz de yandık."
Bir başka rivayet, bölgede "sigorta" işlemlerinin patlaması... Gerçi bütün gün bir sigorta acentası aradım bulamadım. Yarın Keşan'da bakacağım.
Güneyli'de, ki Saroz'un kalbi diyorlar, çadır göremedim ama, Erikli'nin orta yeri bir çadır öbeği. Ama onlar da "deprem" çadırı değil.
Tahir Şahin, 15 gün önce gelmiş ailesiyle. Çadırı kendisi getirmiş, ayda 45 milyon veriyor arsa hakkı olarak. Eğer, çadırı işletmeden alırsan beş milyon daha vereceksin.
Şahin, İstanbul'dan gelmiş, "deprem olsa bana ne" diyor, "en güvenli yer çadır değil mi?"
Aşkı bırak, depreme bak
Erikli Belediye Çay Bahçesi'nde "deprem"i bekliyorum. Yan masada 15-16 yaşlarında bir grup genç, aşktan, sevdadan değil, depremden söz ediyorlar. Ben depremi bekliyorum. Kuş kanadıyla mı gelecek, denizin köpüğüyle mi? Korudağı'nın mor gölgelerinden inecek, çam kozalaklarının kokusundan mı?
Depremi bekliyorum sabrın kozasındaki umutla, bekleyişin sesindeki heyecanla...