|
COŞKUN KIRCA(ckirca@sabah.com.tr
)
|
İmralı duruşması
Abdullah Öcalan'ın duruşması başladı ve beklendiği gibi gelişiyor. Tedhişçibaşının başlıca korkusu idam edilmektir ve idamını önlemek için tüm tedhişçilik olaylarını sona erdirmek amacıyla çalışacağını söylemektedir. Fakat tedhişçibaşı bununla yetinmiyor ve dâvâyı siyasileştirerek Türk devletiyle pazarlığa girişmek istiyor.
Pazarlık olmaz!
Kafasındaki plân şudur: İdam edilmesi halinde ülkede büyük kanlı olaylar çıkacağı yolunda hayali bir tehdit savurursa Türk devletinin bu ihtimali önlemek için kendisiyle pazarlığa girişmeyi kabul edebileceğini sanıyor! Ayrıca tedhişçibaşı, -yine hayali- pazarlık çıtasını indirerek, bağımsızlık, federe devlet ya da özerk eyalet istemekten vazgeçtiğini ve sadece Kürt asıllılar için kültürel haklar talep ettiğini söylüyor. Tedhişçibaşı, Batı Avrupa'da bu lafları üzerine Türk devletinin kendisiyle müzakereye girişmesi gerektiğini düşünebilecek sapık beyinlerin bulunduğunu biliyor ve bu sayede Türkiye üzerinde dış baskı yaratmaya çalışıyor. Her şeyden önce dikkat etmeliyiz ki Öcalan, fikriyatının Türk devleti tarafından kabul görmesine asla imkân olmayan esasını değiştirmiş olmayıp hâlâ "Türk ve Kürt halkları"ndan bahsedebilmekte ve "Misak-ı Milli Türkiyesi'nin bu iki unsur tarafından kurulduğu"nu iddia edebilmektedir!
Değişmez milli tekil devlet
Duruşmayı büyük dirayetle yöneten mahkeme heyeti, zamanı gelince herhalde sanığa, Türkiye'nin tekil bir devlet olduğunu; Türkiye Cmuhuriyeti'nin tek bir kurucu unsuru bulunduğunu; o unsurun da Türk milleti olduğunu; vatandaşların anadil, kavmi menşe, renk, ırk, din, mezhep ve felsefi görüşleri ne olursa olsun Türk olduklarını; Türkiye'nin kendi ülkesi üzerinde ve vatandaşları arasında sadece Türk halkının mevcut olduğunu ve Türk devletinin -Lozan'da sayılanlar dışında- azınlık ve cemaat tanımadığını; Türkiye'de vatandaşların bir kısmına bu ölçütlere göre özel haklar verilemeyceğini hatırlatacak ve mahkemenin bir siyasi pazarlık yeri olmadığını anlatacaktır.
A.İ.H.D.
Sanık avukatlarının çabası ise, kendi akıllarınca mahkemeyi hukuk hataları yapmaya sevketmeye ve bu suretle Avrupa İnsan Hakları Divanı'nı tedhişçibaşının mahkumiyetine karşı kullanmaya dönüktür. Bu amaçla buldukları başlıca koz, mahkeme üyelerinden birinin askeri hakim oluşudur. Ne var ki duruşma büyük ihtimalle üç üye hakimin ittifakla katıldıkları bir kararla sona erecektir. Bu durumda, eğer askeri hakim üyenin yerinde bir sivil hakim üye bulunsa ve onun karara muhalefet edeceği farzolunsa bile aynı kararın yine de alınmış olacağı meydandadır. Bu durumda Avrupa İnsan Hakları Divanı eğer mahkumiyeti uygun görmeyen bir karar alırsa bu karar açıkça taraf tutma anlamına gelecektir. Kaldı ki adı geçen Divan, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde bir askeri hakimin bulunuşunu değil, bu hakimin askeri hiyerarşiden sicil almak durumunda oluşunu eleştirmiştir. Demek oluyor ki bu mahkemelerde görev yapacak askeri hakimlerin bu görevi yapacakları süre için Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yetki kapsamı içine alınmalarını sağlayacak bir kanun değişikliği Divanı hoşnut kılmaya yetmelidir. Kaldı ki Yargıtay yolu zaten açıktır ve Yargıtay sadece sivil hakimlerden oluşur.
Ancak, adı geçen Dİvan, Türkiye aleyhine öylesine şartlanmıştır ki Öcalan konusunda yine de mızıkçılığa girişmesi ihtimali yok kabul edilemez. Bu sebeple, Hükümetin Anayasayı değiştirerek bu mahkemelerdeki askeri hakimlerin yerine sivil hakimlerin tayin edilmesini ve bir kanun değişikliğiyle de, bu tayinler yapıldıktan sonra daha önceki adli işlemlerin geçerli sayılacağının belirtilmesini öngörmektedir.
Kanaatimce, sözkonusu mahkemeler bu değişiklikten olumsuz şekilde etkilenmeyeceklerdir ve böyle bir reform, bırakalım mâlum ve meşhur Divanı hoşnut kılmayı, sırf doğru olduğu içni yapılmalıdır.
Kimisine göre, Öcalan katil suçundan itham edilmeliydi ve hakkında bölücülükten ötürü dava açılmamalıydı! Bu gibiler acaba bölücülüğün -silah kullanarak yapılmasının bile- suç sayılmamasını mı savunuyorlar?! Kuşkusuz, bu eleştirilerin hiçbir ciddi temeli yoktur.
Kararın ne olması gerektiği hakkında fikir açıklamak yersizdir. Kaldı ki duruşma bu konuda ciddi bir tahminde bulunmaya imkân verebilecek ölçüde ileri bir aşamaya ulaşmış değildir.
Herhalde medyalarımızın bu konuda toplumda duygusallığın serinkanlı sağduyuyu aşması sonucunu doğruabilecek türden yayınlardan kaçınmaları gerekiyor.
|
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|