CHP nasıl kurtulur?
CHP'nin kurultayına bir gün kaldı ve ben, politikayla ilgilenen bir köşe yazarı olarak bu konuda yazmam gereken bir şeyler olduğunu düşünüyorum.
Ama itiraf etmeliyim ki çok umutsuzum.
Yazacaklarımın kurultay salonunda esen rüzgara hiç de denk düşmeyeceğini biliyorum. Ruh çağırma seansına dönmesi muhtemel bir kongrede, benim gibi ruhlara inanmayan birinin söylediklerinin ne etkisi olabilir ki!
Yine de deneyeceğim...
* * *
Görünen o ki, bu kurultayda delegeler esas olarak, "CHP'yi nasıl yeniden ayağa kaldırırız", "diğer partilerden farkımızı nasıl anlatırız" diye tartışacaklar.
İşte benim asıl diyeceğim de bu noktada.
Eğer bir farkınız olacaksa sayın partililer, bu ekonomi programınızda ya da "solculuğunuzda" olmayacak.
İngiltere'deki Yeni Sol'a bakın, Fransa'ya, Almanya'ya bakın. Dünyanın hiçbir yerinde sosyal demokrat iktidarlar, mevcut sisteme alternatif bir ekonomik program öneremiyorlar. Çünkü, ekonominin kuralları, zaten bütün partileri aynı mecrada birleştirmiş durumda. İster kendisine sağcı desin, ister solcu; muhafazakar ya da milliyetçi; bütün partiler beş aşağı beş yukarı aynı ekonomik programı savunuyor. Çünkü kimse, sosyal güvenlik sistemlerinin iflasını göz alamıyor, kimse piyasanın önemini reddedemiyor. Devleti küçültmenin, ekonomiyi liberalleştirmenin gereğini yadsıyamıyor. Kamu açıklarıyla başetmek için orijinal formüller bulamıyor.
O zaman "fark" olarak ne kalıyor geriye?
Temel hak ve hürriyetler konusunda duyarlı olmak; özgürlükten ve demokrasiden yana olmak kalıyor.
Eğer sosyal demokrat parti, "diğer" partilere bir fark atacaksa, ancak bu alanda atıyor.
Zaten, bütün dünyadaki sosyal demokratlar da bunu kavradıkları için, varlık nedenlerini bu temele oturtmaya çalışıyorlar. Doğum lekelerinden kurtulmaya, totalitarizmden arınıp liberalleşmeye uğraşıyorlar. "Yeni sol", "eski sol"dan, daha özgürlükçü olmasıyla ayrılmaya çalışıyor. Çünkü ekonomik programı aynılaşan partiler arasından sıyrılıp da kitleler için bir cazibe merkezi oluşturmanın başka bir yolu yok.
Ama ne yazık ki, bizim sosyal demokrat partilerimiz, dünyanın izlediği bu değişimin tam zıddı bir çizgi izlemekte.
Dünyada sosyal demokrasi "demokrasi" vurgusunu arttırdıkça, bizimkiler otoriterleşiyor.
Çağdaş sosyal demokrasi, dünyanın tek gerçeğinin kendisi olmadığını anlamaya, "öteki"lerle bir arada yaşamanın yollarını bulmaya çalışırken bizimkiler daha fanatik "tek tipçi" oluyor.
Dünya artık "muasır medeniyet" dendiğinde çok kültürlü bir dünyada eşit ilişkiler içinde özgürce yaşamayı anlarken, bizimkiler "muasır medeniyet"ten hâlâ, 1930'ların Batı'sını anlıyor. Globalleşme aşamasına geçememiş bu "batıcılık"tan da çıksa çıksa Baasçılık çıkabiliyor.
* * *
Evet, dünyada artık sağ-sol kalmadı.
Artık, sadece "demokratlar" ve "demokrasi karşıtları" var.
Sadece, özgürlükçüler ve özgürlükçü olmayanlar var.
Çağımızın siyasi saflaşmasının mihenk taşı bu.
Gelecek, demokrat olabilen partilerin olacak. İster kendilerine "sağ" desinler, ister "sol"...
Ama Türkiye'nin siyaset sınıfı bunu hâlâ görmüyor.
Türkiye kamplaşmış. Herkes, ancak kendi canı yandığı zaman özgürlük ve demokrasiyi hatırlıyor. "Başkası için de demokrasi ve her koşulda demokrasi" diyenleri kucaklayacak hiçbir örgüt, hiçbir parti yok!
İşte size koskoca bir boşluk...
Bu boşluğu doldurmaya talip misiniz?
Önce demokrasiyi, taviz verilmez bir ilke olarak programınızın en başına yazıp; ondan sonra laikliği de, irticayı da, devletçiliği de, milliyetçiliği de, bu temel ilke ışığında yeniden tarif etmeye hazır mısınız?