İki ucu keskin bıçak
Ecevit hükümeti bu hafta MHP ve ANAP ile kurabilir. Zaten "genel beklenti" DSP-MHP ve ANAP hükümeti yönünde. Ancak herşeye rağmen bu koalisyonun oluşması için iki önemli engel gözüküyor.
Birincisi, DSP ile MHP'nin çok eskilerden kalan çekişmesi. 12 Eylül öncesini yaşayanlar herhalde o günleri çok iyi hatırlıyorlardır. Rahşan Hanım'ın dediği gibi CHP ile MHP tam düşman kutuplar gibiydi.
Gerçi bugün iki partinin sözcüleri de "değişmiş olmaktan" söz ediyor, buna karşın söylemlerde çok da büyük fark olmadığını hemen görebiliyoruz.
İkinci konu ise her iki partinin "türban olayına" bakış açıları. Ecevit'in partisi türbana kesinlikle taviz verilmemesini istiyor. Oysa MHP, her ne kadar kendi milletvekilinin başını Meclis'te açtırsa da, meydanlarda "türbana özgürlük" söylemiyle taraftar bulmuştu. Türban konusu bir anlamda MHP'nin de verilmiş sözü.
Bu iki engelden birincisi Rahşan Hanım'ın çıkışına rağmen aşılabilir. Ama ikincisinde işler çatallaşıyor. Çünkü Ecevit, türban konusunu kesin bir protokole bağlamak istiyor. Protokol imzalanmaması halinde MHP'nin işi kolaylaşır, parti yöneticileri "Sorunu biraz zamana yayarız" diye düşünebilir. Nitekim Devlet Bahçeli'nin son günlerdeki açıklamalarında "zamana yayılmış" bir uzlaşmadan söz edildiği görülüyor.
Ama "Türban yasağına imza atmış bir MHP" şimdiki oy tabanına bunu anlatmakta zorluk çekecektir.
Bu durumda Ecevit'in "MHP'siz bir formüle yönelmesi" tekrar gündeme gelebilir. Gerçi ANAP ve DYP'nin de kendi tabanlarının gözüne baka baka "Türban yasağı protokolüne" imza atması zor.
Asıl sorun, Meclis'in "Türbana evet" ve "Türban'a hayır" diyen iki kutba ayrılması olacaktır. Bu ayırım ister istemez toplum kesimlerine de yansıyacaktır. Bu da Meclis'in çok uzun ömürlü olmayacağının bir göstergesi olarak çıkar önümüze.
Bugünkü Meclis eskiye oranla ve aritmetik anlamda "daha alternatifli" bir yapı sergiliyor. Eski Meclis'ten hükümet çıkarmak zordu, bu Meclis'te sayısız hükümet kurulabilir, ama sonuçta hep "kamplaşma" gündeme gelir.
Bu kamplaşmanın Meclis'i uzun süre yaşatması beklenemez.
Hayvanat Bahçesi değil ulusal park
Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi ile ilgili, geçen pazartesi günü yazdığım yazı çok olumlu tepkiler aldı.
Hayvanat Bahçesi'nin iyileştirilmesi önerisine pekçok katılan olduğu gibi özellikle hayvanseverler ve hayvan hakkı savunucuları bunun geç bile kalmış bir öneri olduğunu söylediler.
Daha önce yazdığım yazıda, doğal olarak Atatürk Orman Çiftliği'ndeki hayvanat bahçesinin düzeltilmesi gerektiğini söylemiştim.
Oysa Türkiye'nin artık dünya çapında bir "doğal hayvan parkı"na ihtiyacı var.
Artık hayvanları küçük bir kafesi tıkıp sergileme dönemi çok gerilerde kaldı. Türkiye gibi doğal zenginlikleri, bitki ve hayvan türleri sayısız olan bir ülkenin "ulusal doğal parkı" olmalı. Dünyanın bütün ülkelerinde bu böyle.
Doğal parkta yaşayacak hayvanlar hem kendi nesillerinin sürdürülmesini sağlayacaklar, hem özgür bir ortamda bulunacaklar hem de eğitim görevi göreceklerdir.
Bu doğal parkları ziyaret edecek öğrenciler hayvan ve bitki türlerini bir kere görme, onları izleme ve öğrenme şansı yakalayacaklardır.
Ayrıca bu tür parklar dünyanın her yerinde büyük ilgi görmekte, binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Çok sayıda ziyaretçinin akın edeceği bu parkların kaynak sorunu da olmayacak, parklar kendi gelirleriyle ayakta duracaktır.
Örneğin İstanbul'da, Karadeniz kıyılarındaki kömür ocaklarının bulunduğu bölge, içinde hayvanların da özgürce yaşadığı doğal parklara çevrilebilir.
Bu bölgenin ağaçlandırılması, bitki türlerinin yetiştirilmesi ve doğal dengeyi sağlayacak diğer canlılara yaşam alanı yaratılması İstanbul'a da nefes aldıracak yeni bir bölge kazandıracaktır.
Bir poker fıkrası
Üç kafadar pokerde soyup soğana çevirecekleri birini bulmuşlar, oturmuşlar masaya. Oyun kendi halinde gidiyor, dördüncü bazen kazanıyor bazen kaybediyor. Bu sırada adamın eline 4 as gelmiş. Pokerdeki en büyük kağıt. Hemen "Rest" demiş. Üç kafadar birbirine bakmış, biri kabul etmiş. Adam 4 ası yanyana dizip parayı toplamak istediğinde karşısındaki "Bir dakika" demiş "Bende trilink var." Adam şaşırmış "O da ne?" diye sormuş.
Üç kafadar birlikte cevap vermişler "Burada kural söyle, eğer birinde kare as çıktığında ve rest çektiğinde, karşısındakinde beş benzemez varsa buna trilink denir ve oyunu o kazanır." Adam ne yapsın çaresiz kabullenmiş, oyun devam etmiş.
Bu kez üç kafadardan birine kare as gelmiş. Hemen resti çekmiş tabii. Şansa bakın ki diğer adamın elinde de beş benzemez var. Aklına trilink gelmiş, o da resti görmüş. Kağıtlar açılınca, adam "Bu kez ben kazandım, bende trilink var" demiş.
Üç kafadar birbirine bakmışlar, yüzlerini buruşturmuşlar sonra da adama dönüp "Olmaz yine kaybettin, çünkü bizim kurallarımıza göre bir oyunca sadece bir kere trilink yapılabilir" demişler.