Basına sızan ya da sızdırılan ve Bülent Ecevit'in daktilosundan çıkan "koalisyon protokol taslağı"nın ruhu, 2000'li yıllara yönelik olmaktan ziyade 1970'li yıllara dönüş işaretleri veriyor. Taslakta, Türkiye'nin en büyük ihtiyacı olan bireysel hak ve özgürlüklerin gelişmesine, demokratikleşme yönünde adımların atılmasına dönük hiçbir esaslı sinyali gözükmüyor. "Kağıt üzerinde" dahi bu yönde herhangi bir vaad yer almıyor. Ülkenin siyasi iklimine bakılırsa, öyle olması sürpriz olurdu zaten.
Protokol taslağı birçok yönden devleti ve devletçiliği tahkim programını andırıyor. Dış politika, ürkek ve defansif duyguları yansıtıyor.
Madde 3, "Atatürk'ün önderliğinde kurulan laik demokratik Türkiye Cumhuriyet Devleti'ni dışarıdan ve içerden gelebilecek tehlikelere karşı ödünsüz korumak; Atatürk Devrimi ve İlkeleri'ni her alanda pekiştirmek; dinsel inançların siyasal amaçlarla veya çıkar hesaplarıyla istismarını ve her türlü laiklik karşıtı etkinlikleri kararlılıkla önlemek..." gibi sözcüklerle bezenmiş. Kurulacak koalisyonun, varoluş sebebi, bu maddeye dayanacak.
Bunun anlamı açık: Hükümet, bir "sivil 28 Şubat hükümeti" olacak.
Madde 19 ise, bu protokolün kaleme alınışında, en basit demokrasi ilkelerinden hiç nasibini almadığını ortaya koyuyor: "Hanımların ve genç kızların özel yaşamlarında giyim kuşamlarına ve başörtülerine herhangi bir karışma söz konusu değildir; ancak başörtüsünün laiklik karşıtı bir simgeye dönüştürülmesine karşı gereken önlemler alınacaktır. TBMM'de kamu kuruluşlarında veya eğitim kurumlarında giyim-kuşama ilişkin devlet kurallarının titizlikle uygulanması gözetilecektir. Bu konuda ikna yöntemine öncelik verilecektir; ancak bundan sonuç alınamayan durumlarda gerekli yasal yaptırımlara kararlılıkla başvurulacaktır."
Kestirmeden tercümesi, "İktidarımız soft-faşizan veya faşizan-light olacaktır..."
Hanımlar ve genç kızların özel yaşamlarında giyim kuşamlarına ve başörtülerine herhangi bir karışma söz konusu değildir diye bir hükümet protokolü maddesi, hangi demokratik rejimde olabilir? Devletin özel yaşamlarında hanımların ne giyeceğine karışmayacağı vaadi, aslında "hoşgörü"yü değil, "totaliter bir bilinçaltı"nı yansıtıyor.
Yani, evinizin içinde istediğiniz gibi dolaşabilirsiniz; hatta sokakta dolaşırken başörtüsü -o da laiklik karşıtı bir siyasal simgeye dönüşmemek kaydıyla- gezinmenize de karışmayacağız deniliyor.
Bu zihniyet, yarın-öbürgün "başörtüsü şekli ve bağlama teknikleri" konusunda bir kararname çıkarmaya mecbur kalacaktır. Laikliğe aykırı siyasal simge niteliğindeki başörtüsü ile laikliğe uygun "Anadolu insanımızın yazması" arasındaki farkı belirlemek, ister istemez, devletimize (veya hükümete) düşmek zorundadır.
İnsanların özel yaşamlarında ne giyip giymeyecekleri ne zaman sorun oldu ki, bu konuda "güvence" verilmesi gereği duyuluyor. Sorun, her zaman, insanların siyas”, din” ve bireysel tercihlerinin kamu alanına yansımasıyla ilgilidir. Demokratik ülkeler, bu tercihlerin kamu alanında yer almasını sadece kabul etmezler; onların güvence altına alırlar. Laikliğin de, demokratikliğin de ölçüsü budur.
Madde 19'daki cümlenin yapısına bakın: "...TBMM'de, kamu kuruluşlarında veya eğitim kurumlarında giyim-kuşama ilişkin devlet kurallarının titizlikle uygulanması gözetilecektir."
Bu ne biçim bir zihniyet? TBMM, devlete mi tabi yoksa devlet mi TBMM'ye? TBMM, ülkenin "kanun koyucu" ve en yüce kurumu değil midir? Tepesinde, "Hakimiyet, Kayıtsız Şartsız Milletindir" diye yazmaz mı? TBMM'yi nasıl bir "devlet dairesi" derekesine indirebilirsiniz? Sonra "giyim-kuşama ilişkin devlet kuralları" ne demek? Giyim-kuşama ilişkin devlet kuralı olabilir mi?
Olduğu yerler var: İran, Afganistan, S.Arabistan vs. Bunlara bir de Türkiye'yi mi ekleteceksiniz? Giyim-kuşamın şeklinde bunlarla fark var; zihniyetin özü açısından ise yok.
Taslağın, Güneydoğu'ya ve dış politikaya ilişkin bölümleri de içler acısı. Devam edeceğiz...