En iyi senaryo ödülü
Tragedyalarda en sevdiğine bıçaklatırlar kahramanı...
"Yolunu şaşırmış bir hançer", en aşina olduğu tene saplanır ve kendisi için çarpan yüreğin kanayan kınında paslanır.
Böylece tragedya yazarı, senaryosunu ihanetin ve kişilik çatışmasının labirentlerinde zenginleştirerek dokur.
Dost bilinenin açtığı yara, hiçbir düşmanın açamayacağı kadar derindir çünkü...
* * *
Kim yazıyorsa siyasal tragedyamızın senaryosunu...
...derin yazıyor doğrusu...
Kendi kazdıkları siperlere gömüyor kahramanlarını... Düşmanlarına karşı bilediği bıçaklarla harakiriye zorluyor onları... Attıkları kemendi, kendi boyunlarına doluyor.
Kim neye karşı çıktıysa, karşı çıktığı şeyi ona yaptırıyor.
Yakın geçmişten birkaç örnek verelim:
Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına karşılıksız dönmesine en çok kim itiraz edebilirdi?
Askerler değil mi?
Bu konudaki Türk vetosu, 12 Eylül'de askeri yönetim tarafından kaldırıldı.
Normal koşullarda hiçbir sivil başbakanın göze alamayacağı Rogers planına 12 Eylül'den 5 hafta sonra Kenan Evren imza attı ve kimseden ses çıkmadı.
* * *
Bir başka örnek:
Türkiye'de faili meçhul cinayetler doruğa çıktığında iktidar ortağı hangi partiydi?
SHP değil mi?..
Yargısız infazlar konusunda en büyük hassasiyeti gösterebilecek SHP tabanı, "bizimkiler iktidarda" zannıyla sustu. Oysa "bizimkiler", bugün de itiraf ettikleri gibi, kendi ellerinde sandıkları "hançer"in en yakın tenlere sokulduğundan haberdar bile değillerdi.
Bir soru daha.
Yüksek Askeri Şura'nın bazı askeri personeli, irticai faaliyet gerekçesiyle ordudan ihraç etmesine en çok kim karşı çıkıyordu?
Necmettin Erbakan değil mi?
En fazla ihraç kararını ona imzalattılar.
Dahası, belki de kıyafet reformundan bu yana uygulanmayan bir karar alıp "sarıklıları sokaklardan toplatmak" da Erbakan'a kısmet oldu.
Tabanın "gık"ı çıkmadı. O kadar ki, Erbakan biraz daha görevde kalsa Türkçe ibadet zorunluluğu getirebilecek gibiydi.
* * *
Peki önündeki engeli bir sıçrama tahtasına dönüştüren bu muhteşem politika kimin eseri?..
"Ankara" film şenliğinde "en iyi senaryo" ödülü yine aynı yazara gidiyor.
Bu politikaya, devlette "Milli güvenlik siyaseti" deniliyor.
Hükümet kurulur kurulmaz Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, hükümeti kuran partilere bir brifing veriyor ve ülkenin milli güvenlik politikalarını anlatıyor. Devlette devamlılığın sağlanmasını amaçlayan bu brifingte anlatılanlarla, parti programları çelişiyorsa "çelişki düzeltiliyor"... tabii parti programında...
Böylece partiler yüzeyselleşirken, devlet derinleşiyor.
Şimdi "brifing alma" sırası MHP'de...
Apo duruşmasının başlamasına günler kala, bu konudaki hassasiyetini açıkça ortaya koymuş bir parti, iktidar sınavına giriyor.
En çok oyu, en çok şehit vermiş kentlerden alan MHP'nin, seçim öncesi vaatleri ile konjonktürel gereklerin arasında kalması kaçınılmaz görünüyor.
Muhtemel bir idam kararı ya da pişmanlık yasası gibi dosyalar MHP'nin önüne gelecek ve ülkücü taban, başka bir parti tarafından onaylansa ayağa kalkabileceği kararların altında kendi büyüklerinin imzasını görünce "ikna olacak."
Koalisyon pazarlıklarından sızan "türban krizi" ve "Pişmanlık yasası"na ilişkin tartışmalar şimdiden bu hazırlığın ipuçlarını veriyor.
Eğer "milli güvenlik siyaseti", pişmanlık yasasının çıkmasını gerektiriyorsa, önümüzdeki günlerde MHP'nin, programını "düzeltmesini" izleyeceğiz demektir...
Ne trajedi ama...!