Cuma tahrikçileri...
Türk siyasetçisi yüksek perdeden konuşmayı sever. Gazele merakımız bundandır. Hepsinin kulaklarında bir nara titreyişi, hepsinin içlerinde bir çığlık arzusu dolaşır. Hafız Burhan tutkunluğumuz buradan gelir.
Malatya'da yaşananlara bakın; bunları sıradan bir protesto gibi değerlendirmek mümkün değildir. Fazilet'in kapatma davası açılmasaydı birileri kim bilir nasıl vaveyla koparacaktı.
Çığlıklı bir hafta geçirdik. Yankıları henüz dinmiş değil...
* * *
Düşüncelerin özgür, yorumların doğru, hükümlerin adil, kararların kesin olması...
Üç yüz yıl önce başlayan "aydınlanma çağı"nın özeti böyleydi. Aynı yıllarda Osmanlı, Karlofça ve Pasarofça ile Avrupa'ya teslim olmuştu. Karanlığın en koyusunu yaşıyorduk.
İleri görüşlü devlet adamları aydınlanmanın önemini fark ettiler. Laik eğitimin, kurtuluş olduğunu gördük. Aklın ipek yılları, aydınlık çağın hücrelerinde kozalandı. Doğrunun, güzelin, iyinin şallarını dokuduk. Adım adım bugünlere geldik. Bazen düştük, incindik; ama her seferinde yüreklenip doğrunun yolunu bulduk.
Aydınlanma çağını ilk yakalayan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır. Medresede yetişmişti ama hayata laik perspektiften bakıyordu. "Din elden gidiyor" çığlıklarıyla karşısına Patrona Halil'i çıkardık. İmparatorluğun bu güzide sadrazamı, üç çapulcu yobazın hançerleriyle can verdi...
* * *
Kabakçı Mustafa'nın başıbozukları, Üçüncü Selim'i boğazlarken sokaklar "din elden gidiyor" yâveleri ile çınlıyordu.
İkinci Mahmud Rusya'ya savaş açtığında orduda Topçu Mektebi'nden yetişmiş tek bir subay, Bahriye Mektebi'ni bitirmiş tek bir denizci yoktu. Fen tahsili için 150 gencin Avrupa'ya gitmesini, "din elden gidiyor" gerekçesiyle sokağa dökülen softalar önlediler.
* * *
Tanzimat'ın gözde adamı Ali Paşa, Süleymaniye medreselerinde yetişmiş koyu bir şeriatçıydı. Paris'e geldiğinde aydınlanmanın gerçeğini fark etti. Fransa'nın en ünlü papaz mektebi olan Saint Barbe lisesine kaydolarak katolik rahiplerle birlikte fen bilimlerini öğrendi. "Din elden gidiyor" makulesi yine sokağa döküldü. Tanzimat'ı hazmedecek hoşgörüden yoksunduk.
* * *
Ali Suavi, medresenin yetiştirdiği en ateşli İslam devrimcisiydi. Aydınlanma çağının gerçeklerini gördü. Din ve devlet işlerinin ayrılmasını istiyordu. Laikliği gündeme getirdi. Türkçe Kuran, Türkçe ibadet, Latin harfleri onun önerileridir.
Hilafetin, tekkeciliğin, dervişliğin İslamiyeti geri bıraktığı inancındaydı. "Din elden gidiyor" diyenlerin aslında çıkarlarından başka şey düşünmediklerini açıklıyordu.
Sarıklar içindeki o aydınlık beyni, Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın sopasıyla dağıttık.
* * *
Din elden gider mi?
Hayır gitmez. Asla gitmez...
Ama "din elden gidiyor" çığlıklarıyla düzeni bozmak isteyen softa kafası da eksilmez...
Üçyüz yıllı aydınlanma çağının değişik kesitlerinden örnekler vererek din elden gidiyor gerekçesiyle çağdaşlaşma hedeflerinin nasıl tahrip edildiğini özetledim. Çağdaşlaşmayı hedef alan güzide devlet adamlarının nasıl yok edilmek istendiğini anlattım.
Şimdi gündemde yine "Cuma tahrikçileri" var. Amaç, yine "din elden gidiyor" gerekçesiyle aydınlığa karşı çıkmak...
İki yıl önce her Cuma, sekiz yıllık kesintisiz eğitimi baltalamak isteyen bir kalabalık meydanlara dökülüyordu. Bir yanda yeşil bayrak açan, öte yanda Kuran'ı zincirleyecek kadar gözü dönen bu kadronun İslamiyet'i savunduğuna inanmamız istenmişti. Siyaset panayırında dinimizin mukaddeslerini pazara çıkaran bir kadroya güvenmemiz istenmişti.
Bu tahriklerin gerisinde kendi siyaset çıkarlarını kollayan bir kadro vardı ki, Meclis'te neler yaptıklarını bir trajedi acısı ve bir komedi ayıbıyla seyrettik.
* * *
Bugün takvim yaprağında, "günün güzel sözü" olarak Ziya Paşa'nın bir beyti yer alıyordu.
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir;
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir...