'Senin adın Erdemir olsun'
Türkiye'deki üç Ereğli'den Karadeniz'dekinin adı 'Erdemir' olarak değişmeli bence. Çünkü Erdemir, devasa fabrikası ve çalışanları ile başlıbaşına bir "kent" görünümünde...
KARABÜK, tan yerinin aydınlık sisiyle gelen güne hazırlanırken, Düzce üzerinden Ereğli'ye doğru yola çıkıyoruz.
Mihmandarımız kış güneşi...
Bakalım, Kardemir'in komşusu Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları A.Ş. Erdemir'de nicedir demirin kalbine yolculuğun encamı...
Akçakoca'ya yaklaştıkça dalda çiçeğin, havada ve toprakta nemin daha taze, daha berrak, daha aydınlık boy verdiğini hissediliyor.
Barış Bil, günün menüsünü Akçakoca'da balık yemeye ayarlamış... Ama kış güneşinin aldatıcı serinliğinde lokantalar açık olsa da, ancak yaz aylarına rezervasyon yaptırmak mümkün. Ereğli'ye birkaç kilometre kala bir balık lokantası önünde duruyoruz. Bil, buzdolabında tesbih tanesi misali duran balıkları göstererek soruyor:
"Taze mi bunlar?"
Bıyıkları henüz terlemiş garsonun verdiği yanıt bir doğruluk anıtı:
"Ben üç gün önce burada işe başladım, bu balıklar o zamandan beri burada. Daha öncesini bilmiyorum."
O garson nasıl balığın öncesini bilmiyorsa, ben de Ereğli'nin "önce"sini bilmiyorum. Çünkü, ilk kez göreceğim Ereğli'yi...
"Ayşe" fırın!
Bildiğim, Türkiye'de üç tane Ereğli var: Biri Karadeniz'de, biri Marmara'da, biri de Konya'da... Bence, Karadeniz'dekinin adını "Erdemir" olarak değiştirmeli. Çünkü Erdemir, dört kilometre kare alana yayılan fabrikası, iki limanı ve yedi bir çalışanı ile başlıbaşına bir "kent" görünümünde... Fabrikanın dış duvarlarına sıralanmış evler ise "öteki" Ereğli...
Erdemir İşletmeler Genel Müdür Yardımcısı Atamer Giyici, bir gözlemini anlatıyor:
"1965'te fabrika kurulduktan sonra yol araları ağaçları, çiçeklerle donatıldı. Fakat bir süre sonra, ağaç fidanlarının çalışanlar tarafından sökülüp evlerine götürüldüğünü gördük. Fidanların çevresine demir teller ördük. Şimdi ise fidanları bizzat o işçilerin kendileri koruyorlar ve her tarafı çiçek bahçesine çevirme çabasındalar. Şimdi bitki ve hizmet satışını da başlamışlar.
İşte o çiçeklerin kokusunu yüzüme sürerek yüksek fırın "Ayşe"nin penceresi önünde duruyorum.
Ve Ali Çimen'in klavuzluğunda Erdemir'e yolculuğumuz başlıyor.
"Ayşe"nin 1500 küsur derecede berrak bir "su" haline getirdiği sıcak çelik, biraz ötede kül renginde kalıp haline geliyor.
15 tonluk rulolar
Teninin sıcaklığı henüz geçmemiş kalıplar, bantlar üzerinde yürüdükten sonra 15 tonluk rulolara dönüşüyor.
Yusuf Usta, "Şimdi" diyor, "Şişe dizeceksin parmak kalınlığında etki, bu rulonun ortasında iki-üç dakika tutacaksın, nar gibi kızaracak sana..."
Sırtımda mavi bir iş gömleği, başımda baret... Bir sıcaklıktan bir soğukluğa geçiyoruz. Bir demir merdivenden çıkıp ötekinden iniyoruz. Merdivenlerin arasında, içi bilgisayarlarla dolu kumanda odaları...
Bütün çalışanlar kumanda odalarına sığınmış sanki ve hepsinin bedeninde "Big Brother"in gölgesi...
YARIN: Amerikan bezi gibi çelik mi olur?
|