kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 20 Ocak 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Karanlıkta yemeğin tadı yok

AHMET ÖRS
AHMET ÖRS
Paris'ten sonra Londra'da da açılan 'Dans le Noir?' ('Karanlıkta mı?') adlı restoranda, tamamen karanlık bir ortamda yemek yemek ilginç ama hiç de kolay değil. Görmeyen garsonların çalıştığı restoranda, yemeklerin ne olduğunu anlamakta zorlanabilirsiniz..
Bugüne dek pek çok restoranda yemek yedim. Gittiğim yerlerde yediklerimi yazmam gerektiğinde, her seferinde fotoğrafçı arkadaşlarımın çektiği görüntüleri sizlerle paylaşabildim. Ancak geçtiğimiz hafta bir akşam yemeği ve viski tadımı için Londra'ya uçarken, buradaki izlenimlerimi sizlere hangi görüntülerle sunacağımı kara kara düşünüyordum. Son yılların belki de en çok tartışılan 'Dans le Noir?' (Karanlıkta mı?) adlı restoran, Johnnie Walker Black Label viskilerinin tadımı için seçilmişti. İsimdeki soru işaretine bakmayın; bunun yanıtı kesinlikle "Evet karanlıkta!" Çünkü burada yemekler zifiri karanlıkta yeniyor. Black Label yetkilileri, biz konuklarına gerçek 'kör tadım' ortamı sunmak için buradan daha uygun bir mekân bulamazlardı sanırım. Londra'nın Clerkenwell Green semtinde 2006 yılında açılan ve dışarıdan hiçbir özelliği olmayan mekânın kapısından içeri girdiğimizde, masalarına zengin çerez tepsilerinin serpiştirildiği bir lobi, buradan üst kata çıkan ahşap bir merdiven ve karşıda koyu lacivert renkli bir kadife perde dikkati çekiyordu. Ev sahiplerimiz, restoranı o gece bizim için kapattıklarından, içeride başka müşteri yoktu. Hemen üst kattaki bardan getirilen buzlu viskiler ikram edildi. Ancak herkesin aklı, az sonra karanlıkta yenecek yemekteydi.

İHTİYAÇLAR GİDERİLSİN
Restoranın Fransız aksanıyla İngilizce konuşan yöneticisi, yemeklerin sürpriz olacağını, önceden ne yeneceğini bize açıklamayacaklarını söyledi; aramızda et ya da balık yemeyenlerin olup olmadığını sormakla yetindi. İçkilerimiz henüz bitmeden yemek için hazırlanmaya başladık. Yönetici, yemek boyunca zorunlu haller dışında karanlık salondan dışarı çıkılmayacağı için, ihtiyaçların önceden giderilmesini salık verdi. Ardından cep telefonları, fotoğraf makineleri ve kadranı fosforlu kol saatleri bir dolaba kilitlenip anahtarı bize teslim edildi. Artık yemeğe başlayabilirdik. Bugüne kadar birçok kez yolda karşıdan karşıya geçmekte zorlanan görme özürlülere yardım etmiştim. Ama ilk kez görmeyen biri bize rehberlik yapacak, yol gösterecekti. İriyarı, genç Hint asıllı bayan garsonumuz Mandy, perdenin arkasından göründü. Arkasına sıra olmamızı, önümüzdeki kişinin sağ omzunu sağ elimizle tutarak kendisini izlememizi istedi. Yola koyulduk. İlk kadife perdeyi geçip sekiz adım kadar ilerledikten sonra sağa dönüp, ikinci bir perdeden geçtik. Birkaç adım sonra da sola dönüp üçüncü kalın perdeyi aşarak restorana girdik. Artık hiçbir şey görülmüyordu. Mandy bizi teker teker oturttu. Seslerden, uzun bir dikdörtgen masada karşılıklı yer aldığımızı fark ettim. Mandy, önümüzde, solda bir peçete ve üzerinde çatal bıçak, sağda bir su bardağı ile şarap bardağının bulunduğunu söyledi. Bunları da fazla zorlanmadan bulduk. Sonra su ve şarap sürahilerini getirdi Mandy. Şarabın tadından kırmızı mı, beyaz mı olduğunu kestiremedik. Garsonumuz bunun roze olduğunu söyledi. Mandy, ellerimizi masanın üzerinden çekmemizi tembihledikten sonra emin hareketlerle ilk tabakları önümüze koydu; üstüme dökme olasılığına karşı peçeteyi boynuma sıkıştırdıktan sonra yemeğe giriştim. İnsan görmeden çatal bıçak kullanmaya kalkınca, sonuç, leyleğin düz tabaktan yemek yemesi gibi acemice oluyor. Dört kez çatalı ağzınıza götürüyorsunuz; üçünde çatal ağza boş geliyor, dördüncüde de ancak küçücük bir lokmayı yakalamış oluyorsunuz. Çatalı tabakla ağız arasında sayısız kereler getirip götürdükten sonra, önümdeki yemeğin tazeliği gitmiş bir karides salatası olduğunu, yanında avokado dilimlerinin de bulunduğunu tahmin ettim ve sanırım dörtte birini bile bitiremeden yemekten bıktım, yoğun dikkat ve çabadan yorgun düştüm.

BARDAKTA SU VAR MI?
Sürahiden bardağa su ve şarap doldurma konusundaysa kısa sürede bir teknik geliştirdik. Bir parmağımızı bardağın içine sallandırıyor, su bardakta yeteri kadar yükseldiğinde doldurma işlemine son veriyorduk. Sürahileri sağa sola, karşıya geçirmekte de çok başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Tabaklar kaldırıldı, Mandy ikinci yemekleri getirdi. Bunun da aynı tabakta yer alan iki çeşit balık olduğu hemen anlaşılıyordu. Balıklardan birini kolayca tahmin ettik; füme somondu. Çünkü lezzeti çok belirgindi. Ama sıcak olarak servis edilen ikinci balığın ne olduğunu anlayamadık. İçinde, ağza kıtır kıtır gelen küçük parçacıklar bulunan bir sos gezdirilmişti. Sosun da ne olduğunu anlayamadık. Balıklardan da birer lokmayı aynı yoğunluktaki çatal trafiği ile ağzıma atabildikten sonra, bundan da bıktım ve çatalı bıçağı bıraktım. Nihayet sona yaklaşıyorduk. Tatlı tabağı servis edildi. Bu anlaşılması ve yenmesi en kolay olanıydı. Bir büyük tabağın içindeki küçük bir kaseye şokola mus, tabağın geri kalan kısımlarına da bir dilim tiramisu ve bir parça da üzerinde meyve parçaları bulunan bir tür muhallebi çeşidi, panna cotta konmuştu. Bunları afiyetle yedim. Yemeğin ardından Mandy, viski kadehleri dağıttı ve bunlarla gerçek bir kör tadım yaptık. Normalde kör tadımda, tadılan içkilerin etiketleri ve şişe boynu görülmeyecek şekilde kamufle edilir. Ama tadılan içkileri kadehte görebilirsiniz ve bu sayede o içkinin pek çok özelliğini bakarak belirleyebilirsiniz. Meğer hiç görmeden tadım yapmak çok daha zormuş. İçeride fazla oyalanmadan tekrar Mandy'nin arkasına kuyruk olup perdeleri aşarak dışarı çıktığımızda, tadıma aydınlıkta devam ettik. Restoran görevlisi, lobide yediğimiz yemekleri açıkladı. Benim bayat karides sandığım, limon soslu ıstakozmuş. Yanında portakal jölesi sosuyla lezzetlendirilmiş avokado ve mango salatası ile sunulmuş. Sosu anlayamadığım gibi çatalıma mango dilimi de takılmamıştı. Herhalde olduğu gibi geri göndermiş olmalıyım. İkinci yemekteki somon fümeyi anlamıştım. Meğer sıcak balık da fırında gratine edilmiş somon balığıymış; kokulu otlar ve çıtır havuç ve kabak ile servis edilmiş. Füme somon balığının yanında da kereviz püresi ve narenciye sosu varmış. Gerçi kereviz tadı damağıma çalındı ama geri kalanları fark edemedim. Tatlılarda ise isabet tamdı. Hatasız, ne olduklarını anlamıştım. Açıkçası 'Dans le Noir?'da yemek yemek ve içki tatmak son derece ilginç bir deneyimdi. Eğer yolum düşerse, buraya hiç gelmemiş arkadaşlarımla bir kez daha bu deneyimi yaşayabilirim, ama o kadar. Karanlıkta yemeğin de içkinin de tadı çıkmadığı gibi, sofrada doğru dürüst sohbet de edilemiyor. İçeride fotoğraf çekilmesine izin verilmediği için de bu ilginç deneyimin görüntülerini sizinle paylaşamıyorum...
Haberin fotoğrafları