kapat
Üye OlÜye Girişi
  |  Benim şehrim | 8 Nisan 2007, Pazar
Son Dakika
arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH
BALÇİÇEK PAMİR
Ömür imtihanla geçiyor!
Zor anlarda bazen sadece şarkılarla avunur insan... Özellikle de Sezen Aksu şarkılarıyla... Ya onun şarkıları da olmasaydı....
Geldi mi böyle geliyor işte! Önce babam derken, şimdi de babaannemi kaybettim. İsyan etmeye korkuyorum inanın, daha beterini yaşarım diye. Susup oturuyorum, şaşkın gözlerle etrafa bakıyorum. Aklım fikrim karnımdaki bebeklerimde. Üzülmemeye çalışıyorum, ama ne mümkün? Beni bu aralar sadece bir şarkı avutuyor, Sezen'inki. Ne diyordu? Bazen daha fazladır her şey / Bir eşikten atlar insan / Yüzüne bakmak istemez yaşamın / O kadar azalmıştır ki anlam / O zaman git hemen radyoyu aç bir şarkı tut / Ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor / Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar / Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor / Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün / Öyle de böyle de ayrılıktan kaçılmıyor / Hem çok zor hem de çok kısa bir macera, ömür / Ömür imtihanla geçiyor / Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem / Unutmam acı tatlı ne varsa hazinemdir / Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem / Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir... Ömür imtihanla geçiyor, orası öylesine doğru ki! Sezen Aksu olmasaydı hayatımda ne yapardım bilmiyorum. Sahi ne yapardık onun şarkıları olmasa? Babaannem nasıl biriydi? Okuldan beni alır operaya, baleye götürürdü. Her yere beraber giderdik. Hatırım için McDonald's'a bile gelmişti benimle. Hatta hamburger yemeyi beceremeyip bembeyaz dantel gömleğine ketçap bulaştırmıştı. Yemek yapmayı, muhteşem sofralar hazırlamayı, Pollyannacılık oynamayı bana öğreten yine oydu. Sabahları erkenden gazeteyi arar, telefonda bana şiir okurdu, günüm güzel geçsin diye. Yaşadıklarımızı bir bir yazsam, roman olur. Ama onu olduğundan daha da özel kılan büyükbabamla yaşadıkları aşktı.


Akşamüstü odamın kapısı çalınıyor. Yüzümü buruşturuyorum. Cam kapının arkasındaki ince, uzun siluet, sabırsız. "Girebilir miyim?" diyor. "Buyurun..." diye sesleniyorum. Ağır adımlarla içeri giriyor. Bembeyaz bir gömlek giymiş, gözümü alıyor rengi. Altında takım elbisesinin pantolonu ve pırıl pırıl parlayan mokasen ayakkabılar. Bana doğru ilerledikçe odaya tanıdık bir koku yayılıyor; tıraş losyonu. "Yine nereye bu akşam?" diye takılıyorum. Şaşkın bir ifadeyle bakıyor "Bugün cuma, meyhaneye gideceğiz. Her cuma gideriz ya..." Sonra elindeki iki kravatı bana doğru uzatıyor. "Sence hangisini takmalıyım? Kırmızı çizgili olanı mı yoksa mavi puantiyeliyi mi? Bir türlü karar veremedim."


Arkasından gülümsüyorum. "Hâlâ," diyorum kendi kendime "hâlâ özeniyor, hâlâ ilk günkü kadar heyecanlı." Bir süre sonra sesini duyuyorum. "Ümit, hadi ama geç kalacağız." Bir anda kaynar sular dökülüyor başımdan. Öyle ya, bana ihtiyacı vardır şimdi. Koşarak kapısını çalıyorum. İnce bir ses duyuluyor "Gel..." diye... Telaşlı bir şekilde kapıyı açıyorum. Yine aynı manzara. Yatağın üzerinde bir sürü elbise ve ayakta bir kadın. "Bilemedim," diyor, "ne giyeceğime bir türlü karar veremedim." "Sağdakine ne dersiniz?" diye soruyorum. "Olmaz" diyor, "bu inciyle olmaz o." Boynundaki inci kolyeyi gösteriyor. Derin bir nefes alıyorum. "Yapmayın Allah aşkına inciye göre elbise seçilir mi? Başka bir şey takarsınız bu sefer," diyorum. Başını hayır anlamında sallıyor. "Bugün cuma, baş başa meyhaneye gideceğiz. İncilerimi takmam lazım."


Adamla kadın, her cuma el ele meyhaneye gittiler. Her cuma kadın adamın ona aldığı incileri taktı. Her cuma adam "Hangi kravatı taksam acaba?" endişesi yaşadı. 44 yıl evli kaldılar. Son kez odamın kapısı çalındığında adam 75 yaşındaydı, kadın 61. Son kez beraberce gittiler Bostancı'daki Hatay Lokantası'na. Onlar benim büyükbabam ve babaannemdi. Ben öyle bir aşk görmedim hiç. Babaannem geçen hafta, büyükbabamın doğum gününde, yemyeşil gözlerini hayata yumdu. Büyük aşkının ve iki oğlunun kendisini beklediği yere gitti.