Benim Teşvikiyem böyle değildi!
Ben, birkaç nesildir Teşvikiyeliyim ve hâlâ, yüz küsur sene öncesinden aileme ait olan ahşap evin yerinde yükselen apartmanda yaşarım. Ama, "İstanbul'un şu anda en şımarık ve en sonradan görme semti hangisidir?" diye soracak olsalar, hiç tereddüt etmeden "Teşvikiye!" derim. Maalesef, Teşvikiye... Geniş caddelerinde artık Türkçe bir tabelaya pek rastlanmaz olan, bakkalında mantara maşrum, manavında zencefile cincır, lokantasında kuzuya lemb, denen; markalarda ve dükkân isimlerinde ç ve ş harflerini kullanmanın ayıp sayılıp ch ve sh diye yazıldığı bir semt için şımarık yahut sonradan görme sözleri aslında az bile gelir. Bugünün Teşvikiyesi'nde buzlu çay yok, ays ti var; sütlü kahvenin yerini kafe latte almış, makarnanın tahtında da nudıl sefa sürmede... Çok değil, on sene öncesine kadar fısıltıyla konuşulan restoranlarda şimdi kazık kadar adamlar kadın yüzünden tepiniyor! Teşvikiye ile Nişantaşı'nın havasının her zaman bir başka olduğunu saklamam gereksiz: 19. yüzyılın ortalarında Sultan Abdülmecid'in kurduğu ve adını halkı bu yeni semte iskâna teşvik programından alan Teşvikiye ile hemen ötesindeki Nişantaşı, hiçbir zaman tipik bir İstanbul mahallesi değildi. Semtin sâkinleri diğer mahallelere az da olsa tepeden bakardı, caddelerde mutlaka Fransızca konuşan Türklere ve gayrımüslimlere rastlardınız ve bu, bir zamanlar imparatorluğun elit çevresinin mekânı olan semtin hâlâ devam eden âdeti ve kültürüydü. Beylerbeyi ne kadar zarif ama alaturka ise, Teşvikiye de o kadar zarif fakat alafranga idi ve Nobelli tek Türk yazarını çıkartan bu semtte şımarıklığın, hele sonradan görmeliğin emâresi yoktu.
METRESİNE GELEN BAŞBAKAN Benim Teşvikiyeme şimdi vârolmayan birşey, edep hâkimdi. Bu edep, romancı sevgilisinin evine siyah Cadillac'ı ile güpegündüz gelmekten çekinmeyen devrin başbakanını apartmanın kapıcısının karşılamasını evinin tül perdesinin ardından seyredenlerin bile susmalarını gerektirirdi. Susarlar ve sadece "Ne günlere kaldık!" dercesine sessiz ama muzip şekilde iç çekerler ama asla konuşmazlardı. Görgünün gereği yaygara değil sükuttu; hele zenginlik asla belli edilmezdi, zira servet nasıl olsa bir yolunu bulur, kendini fısıldardı. Teşvikiye'ye, son birkaç senedir bir haller oldu. Eskinin süzülmüş zerafetinin yerinde artık ucuz bir şımarıklık var; kültür ise, yeni zenginin mâlum görgüsüzlüğünün altında can çekişmede. Sınıf atlamak yahut isim yapmak mı istiyorsunuz? Teşvikiye'de arzı endâm edin ve mümkünse oraya taşının! Kendinizi gösterip pazarlarda beş milyona satılan basit tekstillere Nişantaşı'nda elli milyon verdiğiniz takdirde "Hanımefendi alışverişte" başlığı hazırdır. Biraz daha tanındığınızda evinizde asla yemek yememek, hatta su bile içmemek ve gününüzü kafelerde yahut restoranlarda etrafa boş nazarlar atarak geçirmek zorundasınız. Size düşen, Teşvikiye'ye geldiğinizi dört bir yana ilân etmekten ibarettir ve isminiz artık bilinir. Sokağın ortasında yahut kaldırımın göbeğinde buram buram egzos kokuları teneffüs edilen masalara oturmaktan çekinmeyin! Zira, Teşvikiye'deki birçok restoran şimdi karın doyurmanın değil, sınıf atlandığını ilân etme vasıtasıdır ve bazılarının önünde kameralar bile hâzır ve nâzırdır! Hele erkekseniz ve bu mekânlarda hasmınızla karşılaşıp kadın yüzünden ispenç horozu misâli bir kavgaya tutuştunuz mu, artık "in" oldunuz demektir! Teşvikiye'nin gerçek sakinleri, bugün böyle bir ortamda artık gariptir! Rahmetli Orhan Şaik Gökyay, "Ne deyim, bu işler böyle değildi" mısraını sanki benim merhum Teşvikiyem için söylemiş.
|