Yeni dönem
ABD Dışişleri Bakanı'nın ziyareti hafife alınacak bir gelişme değildi. En azından ilişkilerin şekerrenk olduğu düşünülen bir dönemde yapılması bile başlıbaşına önem taşıyor. Ancak iki ülke ilişkilerinin bu ziyaret neticesinde hemen rayına oturacağını düşünmek de yanlış olur. Hatta çeşitli nedenlerle, en azından bugünkü ABD yönetimi sürdükçe, ilişkilerde sarsıntı yaşanması ihtimali küçümsenemez. Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinde Soğuk Savaş dönemi veya 1990'ların ikinci yarısına damgasını vurmuş türden bir yakınlık herhalde olmayacaktır. Bunun her iki tarafın konumlarından, dünyaya bakışlarından ve ABD'nin önceliklerinin değişmesinden kaynaklanan nedenleri var. Ancak yapısal olarak çelişkilerin çok olması, dış politika yaklaşımlarının taban tabana zıt olması anlamına da gelmez. Bu nedenle son dönemde yaşanan türden yanlış anlamaları önleyecek bir ortak vizyon çalışması belgesi, eğer alem alışverişte görsün türünden bir nitelik taşımayacaksa yararlı. ABD-Türkiye arasındaki sorunların temelinde iki ülkenin 11 Eylül'den sonra dünyaya bakışlarındaki farkın keskinleşmesi yatıyor. ABD bu olayın ardından ulusaşırı terörle mücadele adına uluslararası sistemin düzeni ve kurumlarını allak bullak edecek radikal bir siyaseti benimsedi. Türkiye ise bu tür radikal bir yaklaşımın kendi bölgesini allak bullak edeceğini, bundan da zarar göreceğini düşünerek siyaset belirlemeye çalıştı. ABD'yi Irak Savaşı'ndan caydırmayı başaramadı. 1 Mart tezkeresinin reddiyle de ABD'nin yanında yer alamayacağını göstermiş oldu.
Oyun kurucu olamıyor ABD'nin Suriye ve İran'da istedikleriyle, Türkiye'nin istedikleri örtüşse bile Washington bunları zor kullanarak gerçekleştirmek istediğinde Türkiye gene büyük rahatsızlık duyuyor. ABD kendi küresel stratejileri içinde Türkiye'nin çevresindeki olayları ve bunlara nasıl mukabele edeceğini düşünürken, Türkiye kapsam daraltıyor. Meseleleri ikili ilişkiler çerçevesinde değerlendirmeyi tercih ediyor. Bu ise artık geçerli olabilecek bir yaklaşım değil, sıkıntılar da bu nedenle yaşanıyor. ABD'nin yeni Savunma Değerlendirmesi okunduğunda ve Amerikan dış politikasının Güney Kore, Japonya, Avustralya ve Hindistan'a yönelik açılımları dikkate alındığında ortaya bir gerçek çıkıyor. ABD şimdiden Çin'in siyaseten çevrelenmesi manevrasını başlattı. Bundan on yıl sonra Türkiye'yi birinci derecede ilgilendiren coğrafyalarda doğrudan bulunmayabilir. Bu nedenle de işler o aşamaya gelene kadar bu çevreyi kendi istediği şekilde, Rusya'nın fazla öne çıkmasını da engelleyerek bir yapıya oturtmak isteyecektir. Sabık Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk'in Radikal gazetesinde yazdığı gibi tam da bu nedenle Balkanlar'dan, Karadeniz'e, İran'ın nükleer ihtiraslarından Filistin sorununun çözümüne kadar bir dizi konudan yoğun içerikli ortak bir gündem çıkarmak mümkün. Ancak bu gündem "geniş ufuklu ortak bir bakışla, uzun vadeli ortak çıkarlar açısından ele alınmadığı taktirde, iki ülke arasında sürekli ve derin anlaşmazlıkları da beraberinde getirebilecek bir potansiyel taşımakta". Türkiye açısından elzem olan ABD ile ilişkilerini salt ikili ilişkiler olarak görmekten vazgeçip Atlantikötesi ilişkiler bağlamına taşımak. Zira son dönemde atılan hesapsız adımlardan da anlaşıldı ki tüm önemine rağmen Türkiye tek başına oyun kurucu olamamakta. Bu durumda sorunlarına rağmen AB'yi de angaje edecek şekilde, istişareye dayalı yaratıcı politika üretmek ve bunun üzerinden ABD ile ilişkileri tanımlamak ve sürdürmek Türkiye'nin önceliğidir.
|