Beyoğlu'nun En Güzel Abisi... (17)
*Çetin'in öldüğü gece son konuştuğu kişi 'ekstazy' lakaplı Emniyet Müdürü Ekrem Cantaş'tı. Ayrıca müdürün hesabında yüklü miktarda para bulunuyordu. Başkomser Nevzat ve yardımcısı Ali, sorularının yanıtını bulmaya kararlıydı.
Ekrem sinirli sinirli gülmeyebaşladı: "Benim adımınkarıştığı bircinayet ha! Sizbenim kimolduğumu biliyormusunuz? Kerem; "Çetinbana saldırdı.Birazhırpalandım.Ama onu benöldürmedim.Ben kavgacı bir insandeğilim" dedi.
Manidar bakışlarla süzdüm Ekrem'i. Bakışlarımdan rahatsız oldu. "Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun yüzüme?" "Bakın müdürüm, ben de sizin gibi yıllarımı verdim bu mesleğe. Birbirimize karşı açık olalım." "Ne demek istiyorsun?" "Siz, Çetin Yordam'ı yanlışlıkla aramadınız. Çetin Yordam'ı tanıyordunuz..." "Saçmalıyorsunuz Başkomser. Çetin Yordam'ı nereden tanıyacağım ben?" "Kilis'ten desek ya da Antep'ten. Hani şu büyük operasyon. Ekstazy operasyonu..." Ekrem'in yüzü önce kızardı, sonra sarardı. "Kendi kendinize aptalca senaryolar kurmayın. Çetin Yordam diye biri yoktu o operasyonda." "Doğru Çetin Yordam diye biri yoktu ama Kilisli bir adam vardı. Uyuşturucu tacirlerinden biri. Size yardım eden biri, belki bir itirafçı... Adı sonradan Çetin Yordam olacak biri... Hıı Müdürüm..." Ekrem eliyle masaya vurdu: "Haddinizi aşıyorsunuz" dedi sert bir sesle, "Yetkiniz olmayan alanlara giriyorsunuz." "Biz sadece bir cinayeti çözmeye çalışıyoruz müdürüm. Sizin de adınızın karıştığı bir cinayeti." Ekrem sinirli sinirli gülmeye başladı. "Benim adımın karıştığı bir cinayet ha! Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?" "Evet, müdürüm" diyerek lafa karıştı Ali, "Hakkınızda biraz araştırma yaptık. Çok iyi bir polissiniz, herkes size saygı duyuyor." Ekrem rahatlamış koltuğuna yaslanmak üzereydi ki, Ali asıl konuya geldi. "Ama anlayamıyorum, sizin gibi devletin maaşıyla geçinen birinin nasıl oluyor da bankada bir milyon doların üzerinde parası bulunuyor." Ekrem'in yüzündeki rahatlama anında kayboldu. "Bu ne cüret!" diye bağırdı. "Sen kim oluyorsun da beni suçluyorsun? Derhal çıkın odamdan. Yoksa ikinizi de içeri attırırım." "Sakin olun Müdürüm" diye yatıştırmaya çalıştım ama nafile, Ekrem zıvanadan çıkmıştı bir kere. Çaresiz adamın odasını terk etmek zorunda kaldık. Dışarı çıktığımızda Ali kıs kıs gülüyordu. "İyi kıstırdık adamı değil mi Başkomserim?" dedi. Üstteki birini zor duruma sokmak hoşuna gitmiş olmalıydı ama benim kaygılarım vardı. "İyi sıkıştırdık da, doğru mu yaptık bilmiyorum. Araya birilerini koyup bize engellemesin bu Ekrem." "Yapabilir mi Başkomserim?" "Adamın ilişkilerini bilmiyoruz ki Ali. Ne yazık ki bu memlekette güçlü olmak, haklı olmaktan daha geçerli bir şey." "O zaman elimizi çabuk tutalım Başkomserim." "Öyle yapalım Ali. Ara bakalım şu Kerem denen herifi İstanbul'a dönmüş mü?" Kerem İstanbul'a dönmüştü. Dönmek ne kelime sahibi olduğu Nirvana'nın polis tarafından basıldığını, dokuz değerli bıçağına el konulduğunu öğrenir öğrenmez avukatını almış, merkeze doğru yola çıkmıştı. "Şu anda varmak üzeredir" diyordu Ali'nin telefonla konuştuğu o tatlı sekreter kız. Biz de hemen aracımızın yönünü merkeze çevirdik. Merkezde Kerem ile avukatı Nurullah'ı bizi bekler bulduk. İkisi de öfkeliydi. Ama bizim dikkatimizi çeken öfkeli olmaları değil, Kerem'in uzun yüzünü süsleyen sakallarıydı. "Buyurun Başkomserim bir sakallı daha" diye mırıldandı Ali kulağıma. Zaten öfkeli olan Avukat Nurullah fısır fısır kendi haklarında konuştuğumuzu görünce iyice çıldırdı. "Ne hakla müvekkilimin işyerini basıyorsunuz?" diye çıkıştı. Ama yanlış zamanda yapmıştı bu işi. Ekrem'in bize söylediği sözlerin acısını Ali ondan çıkardı. "Avukat, avukat efendi insan gibi konuş" dedi. "Ne yaptıysak yasanın sınırları içinde yaptık. Bir itirazın varsa, git savcıyla konuş." "Gerekirse savcıyla da konuşurum." Avukatla, Ali ağız dalaşını sürdürürken, "Kusura bakmayın ama Kerem Bey" dedim adama yaklaşarak. "Bir cinayet soruşturuyoruz. Sizin ofisinizdekiler gibi bir bıçakla işlenmiş bir cinayet." Kerem'in yüzündeki öfke yerini tedirginliğe bıraktı. "Üstelik" diye sürdürdüm, "Öldürülen kişi daha önce sizinle kavga eden biri... Çetin Yordam..." Kerem'in tedirginliği usuldan korkuya dönüşmeye başladı. "Çetin Yordam'ı tanıyorsunuz değil mi? Sühedan Hanım nedeniyle..." "Evet, tanıyorum, tatsız bir olay geçmişti aramızda..." "Sizi dövmüş galiba" diye yine bodoslamadan daldı Ali. Ancak toparlanan avukat, "Hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz" diyerek uyardı müvekkilini. Bize döndü. "Yazılı ifade vereceğiz." Ama Kerem Bey ona pek katılmıyordu. "Haklısınız" dedi bana bakarak, "Çetin, bana saldırdı. Biraz hırpalandım. Ama onu ben öldürmedim. Ben kavgacı bir insan değilim. Daha doğrusu kavgaya, şiddete inanmam." "Ama bıçak koleksiyonu yaparsınız?" dedi Ali. "Evet, bıçaklara meraklıyım ama onları birer figür, birer oyuncak olarak severim. Ben tavuk bile kesemem. Bırakın kesmeyi; ben tavuk, et filan yemem. Öteki canlılara duyduğum saygıdan. Ben vejetaryenim." Ali keyifle söylendi. "Biz ne vejetaryen katiller gördük, et obur katillerden daha acımasız. Daha vahşiydiler." Kerem çaresizlik içinde bir Ali'ye bir bana baktı. "Ben yapmadım. Sizi nasıl inandıracağımı bilmiyorum ama ben yapmadım." "Bizi inandırmak çok kolay" dedim. "Bıçaklarınızın laboratuvar sonuçları yakında gelir. Bir de sizden DNA alacağız, çok kolay bir işlem. Eğer masumsanız korkmanıza hiç gerek yok, bu işlemler sizin suçsuz olduğunuzu kanıtlayacak..." Kerem endişeyle avukatına baktı. Avukatın zorluk çıkarmasından korktuğum için hemen uyardım. "Ama bize zorluk çıkarırsanız, sizin suçlu olabileceğiniz kanaatini güçlendirmiş olursunuz." "Müvekkilim suçlu değil" dedi avukat. "Her türlü yardıma hazırız." "Teşekkür ederim, o zaman Komiser Ali, sizi laboratuvara indirsin, işlemleri yapalım." Onlar çıkarken telefonum çaldı. Sesi duyar duymaz tanıdım. Bu Ekstazy Ekrem'di, yani bizi odasından kovan adam. "Buyrun müdürüm" dedim sakin bir sesle. "Ya kusura bakmayın Nevzat Başkomserim, biraz sert çıktım galiba... Ama sizin yardımcınız da... Neyse oturup şu meseleyi sakin sakin konuşalım diyorum." "İyi olur müdürüm, buyrun gelin bir kahvemi için." "Tamam Başkomserim iki saat sonra yanınızdayım." Telefonu kapattıktan sonra keyifle elimi ovuşturdum, galiba düğüm çözülmeye başlamıştı. Öğle sandviçimi yerken Zeynep'le Ali de damladılar. "Aç mısınız? Size de sandviç söyleyeyim mi?" "Teşekkür ederiz Başkomserim, biz tokuz" dediler. Hayret ikisinin de yüzü gülüyordu. Sandviçimi çiğnemeyi bırakarak, "Birlikte mi çıktınız yemeğe?" diye sordum. Zeynep mahcup bakışlarını kaçırdı, Ali ise zafer kazanmış birinin neşesiyle yanıtladı: "Evet, Başkomserim." Hele şükür diye geçirdim içimden ama yüz göz olmayalım diye bir şey söylemedim. Çünkü bunlara güven olmazdı, bakarsın iki gün sonra yine küserlerdi.
DEVAM EDECEK
|