| |
Dinde reform
Yaşamın kendisine tanıdığı imkânları yeterince değerlendiremeyen Türkiye'nin yeniden bir türbülans alanına girme ihtimali artıyor gibi gözükmekte... Halbuki 11 Eylül sonrası gelişmeler Türkiye'nin çok daha hızlı yol almasını sağlayacak büyük imkânlar yarattı. Fanatik bir İslam anlayışının alternatifi olacak "Müslüman demokratlık" belki de dünyada sadece Türkiye'nin yaratabileceği bir sentezdi. Demokratik, insan haklarından yana, piyasa ekonomisini tüm kural ve kurumlarıyla uygulayan Müslüman bir ülke... Müslüman ve çağdaş olunabileceğinin canlı bir örneği...
Türkiye "ılımlı İslam" terimine takılmak yerine, kendi çıkarını ve yeryüzünün beklentisini iyi okuyabilse inanılmaz bir desteği de yanında bulacaktı. Nitekim, 11 Eylül sonrası gelişmeler AB sürecini de Türkiye lehine olumlu etkiledi ve Türkiye'yi tam üyelik için müzakere noktasına kadar taşıdı. Yeryüzünün "ılımlı İslam" terimi, Müslümanlığın fanatik yorumlarına set çeken, bir anlamda Müslümanlığı yeniden yorumlayan ve mevcut yanlışları önleyen reformcu bir anlayışı simgeliyordu. Hıristiyanlığın kendi içindeki "Protestan" anlayışın bir versiyonu olarak dünya bunu algılama peşindeydi. Ne var ki, bu arzuyu ne "şeriat'a karşı" durduğunu söyleyen "laikçiler" anladı, ne de mevcut iktidar bir "Müslüman-demokrat" yoruma hız verebildi. Büyük bir imkân atıl kaldı.
Dinde kuramsal formüller üreten kurum, Hz. Muhammed'in ardılı sayılan halifelik idi. Halifelik kalkınca, Müslümanlığın evrensel manevi merkezi de kayboldu. 3 Mart 1925'te TBMM bu kurumu lağvetmiş. Ancak, Ana Britannica Ansiklopedisi, Hilafet'in "zaten hükümet ve cumhuriyet kavramlarının özünde bulunduğu belirtilerek" lağvedildiğini vurguluyor. Nitekim, İsmet Paşa da 17 Kasım 1924'te The Muslim Standart adlı dergiye verdiği demeçte şöyle diyor: "...Türk milleti, İslamiyet'in kolu ve kılıcıdır. Biz yaşadıkça kanımızın son damlasına kadar Hilafet'i tutup yaşatacağız. Fakat tek bir adamın şahsi malı olmasına asla müsaade etmeyiz. Hilafet hakkı Türk milletinde mahfuzdur."
Türkiye'nin Hilafet makamını kaldırarak, Müslümanların manevi liderliğine son vermesi çok tartışılmıştır. Hâlâ da tartışılır. Konuyu İngiliz arşivlerine dayanarak inceleyen Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Ömer Kürkçüoğlu doçentlik tezinde şöyle yazar: "İslam etkeninin, Batı'yı Türkler'e karşı olumsuz yönde etkilediği düşünüldüğünde, Mustafa Kemal'in saltanatı kaldırmasının, Batı'nın bu konudaki endişelerini hafifletmek amacını da güdebileceği aykırı görünmemektedir. İngiltere, İslam dünyasından bütün bağlarını koparmış bir Türkiye'yle anlaşmayı daha çok isteyebilirdi. Saltanatın kaldırılması bu yönde verilmiş bir işaret olabilirdi. Ancak, daha bu aşamada, Türkiye, Halifeliği de kaldırarak İslam dünyasıyla bütün bağlarını koparamazdı. Nitekim, Lozan Konferansı'nda azınlıklar konusu tartışılırken, İngiltere -Kürtleri azınlık durumuna sokmak için- Müslümanlar arasında bir ayrım yapmak istediğinde, Türkiye, Müslümanlar arasında bir fark gözetilemeyeceğini savunabilmiştir."
Türkiye, dini sosyolojik bir etken olarak algılama yaklaşımını hiç göstermedi. Bu, belki biraz da İslamiyet'in niteliğinden kaynaklanmakta... Halbuki din sosyolojisi açısından duruma bakabileceğimiz bir olgunluğa erişmemiz halinde, dinden siyasal rant sağlamak yerine, tüm İslam alemine demokratikleşme yolunda öncülük edebileceğimiz bir imkân var elimizde... 2005'te eskiye saplanıp kalmak yerine, çağın gereklerine uygun çözümler aramanın, bizim gibi Müslüman bir toplumun da demokratik rejimi içine sindirebileceğini, AB üyesi olabileceğini, insan haklarına saygıda kusur etmeyeceğini ve piyasayı işleterek zenginleşebileceğini ispat edebiliriz. Böyle bir örneğin hayata geçmesi, Hilafet'in "zaten hükümetin ve cumhuriyetin özünde bulunduğunu" söyleyen bir ülkenin de İslam alemine öncülük etmesini kolaylaştıracak, dünyadaki gerginliğe büyük oranda da son verecektir. Dinden korkmadan, dinden siyasi bir rant sağlamaya da çalışmadan, Müslümanlıkla demokratlığı kaynaştıran bir İslam yorumunu Hilafet'in son temsilcisi olmanın manevi ağırlığını kullanarak yaratabilsek Türkiye'yi de dünyayı da daha barışçı bir ortama taşıyabiliriz.
|