kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Son Dakika
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
  » Cumartesi
    Aktüel Pazar
    Otomobil
    Sinema
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Sunay Akin @ SABAH
 

Denize doğru

Havalar iyice ısındı da aklıma geldi; "Yolumuz belki deniz kıyısına düşer" diye içimize mayo giyerdik, bir zamanlar. Boğaz'ın kıyısından denize girmek, taşlar arasında ateş yakarak üstüne koyduğumuz peynir tenekesinin kapağında midye pişirmek olağandı bizim için. Ne var ki bugün, yaşadığımız kentte denize girilemeyeceğini kanıksattılar hepimize. İstanbul'da kulaç atamamamıza tepkisiz kalmamızın bir tek açıklaması olabilir; biz, ne de olsa gemileri karadan yürütmesiyle övünen, Cemal Süreya'nın deyişiyle "deniz kaçkını bir ulusun" çocuklarıyız!.. Tarih derslerinde Yavuz Sultan Selim, II. Osman ve IV. Murat'ın Boğaz sularında yüzmeyi sevdikleri, Yavuz'un Mısır seferi sırasında Nil Nehri'nde kulaç attığı öğretilmez.

BATIL İNANÇLAR
Oysa, insanlığın denize kavuşması hiç de kolay olmamıştır. Yüzyıllar öncesinde kuduz hastaları tedavi amacıyla sokulurdu denize. Bu yanlış inanç Pasteur'ün kuduz aşısını bulmasıyla unutulur. Kendini suların serinliğine bırakan insana deli gözüyle bakılırdı. Hatta doktorlar, denizde uzun süre kalanların aklını kaybedeceği konusunda uyarılar yapardı. Denize giren bir erkeğin 8-12 dakika sonra delireceğine inanılırken, bu sınır kadınlarda 4 dakikaya kadar iner! Ortaçağ kafasından söz ediyoruz ama günümüzde karısını değil dört dakika, bir saniye bile denize sokmayan kafalar aramızda yaşıyor!.. Çocukların, suya dizlerine kadar girmesine izin verilirdi. Denizden çıktıktan sonra, kumlara uzanıp güneşlenen birine rastlanılmazdı. Bunun nedeni, insan bedeni üstündeki deniz suyunun buharlaşmasına izin verilmesinin sağlık için son derece sakıncalı olduğu inancıydı. Bütün yasaklamalara rağmen, denize girmek 1800'lü yılların ilk yarısında giderek yaygınlaşır. Avrupa'da denize giren erkekler, karşılaşacakları tanıdık birini selamlamak düşüncesiyle şapkalarını başlarından eksik etmezdi. Tabii, o yıllarda mayo diye bir şeyin varlığından söz etmek olanaksızdı. Deniz kıyafeti, günlük kıyafetten farksızdı. Bu dönemin en ilginç insanı Düşes Berry'dir. Fransa'nın Manş Denizi kıyılarında denize girmeyi çok seven Düşes'in yünlü kumaştan bol fırfırlı bir deniz elbisesi vardı. Yengeçten korktuğu için de, deniz ayakkabısı giymeden adım atmazdı suya. Madam Berry, bir elinden Banyolar Genel Müdürü, diğer elinden doktoru tuttuğu halde denize girince, tepelerden top atışı yapılırdı! Müdür ve doktorun tören kıyafetlerini giydiklerini de belirtmeliyiz. Günümüzde çokça karşılaştığımız "animasyon"ların ilki, Düşes'in canı sıkılmasın diye düzenlenmiştir. Balina avcılığa merak saran Madam Berry'yi tatmin etmek için denize bir boğa salınmış, sonra da zavallı hayvan bir balina gibi sandallardan atılan zıpkınlarla öldürülmüştür!.. Madam Berry'nin yaşantısına bakarak, kadınların denizin hakimi olduğunu elbette söyleyemeyiz. 1929 yılında, New York'un ünlü "Long Beach" plajında mayosu kanuna uymayan kadınlar, polisler tarafından karakola götürülürdü. Mayosunun boyu bir şorttan biraz daha kısa olan kadınlar, kanunun keskin gözlerinden kaçamazdı. İşin aslına bakarsanız bu bile önemli bir ilerlemedir. Çünkü, on yıl öncesinde kadınların kabinden dışarı çıkmaları yasaktı. Kabinler, atların çektiği arabalar biçimindeydi. Bu arabalar, suyun insan beline geldiği yere kadar götürülür ve kapısı açılırdı. Özgürlüğe kavuşan bir tutuklu gibi kulaç atan kadın yeniden arabaya bindirilerek kıyıdan uzaklaştırılırdı. Avrupa'da bunlar yaşanırken, kadın ve erkeğin yarı çıplak bir halde denize girdiklerini gösteren fotoğrafların gazete ve dergilerde yayınlanması, büyük bir şaşkınlık yaratıyordu ülkemizde. Gerçi, İstanbul'da denize giriliyordu ama haremlik ve selamlık uygulaması geçerliydi. Üstelik, o yıllarda plajlar "Deniz Hamamı" olarak anılıyordu. Osmanlı insanının, yüzmek ile yıkanmak arasındaki farkı kavrayamayıp, "hamam" tanımını kullanma nedeni, içinden denize girilmesi amacıyla suya yapılan garip yapılardır.

AHLAK BEKÇİLERİ
Bahar aylarında, havaların ısınmasıyla birlikte, uzun donlu adamlar, denize çaktıkları kazıkların arasını tahtalarla örerdi. Keser seslerini duyan bir İstanbullu, deniz hamamının hazırlanmaya başlandığını anlardı. 19. yüzyılın ortalarında görünmeye başlayan, kıyıya iskeleyle bağlı olan deniz hamamları, haremlik/selamlık geleneğinin denize inmesinden başka bir şey değildir. Deniz hamamının kadınlar kısmından yükselen şarkılar, çapkın erkekleri yağ gibi eritirdi. Birçok erkeğin, Hezarfen Ahmet Çelebi gibi kanat takıp uçmayı deneme olasılığı düşünüldüğünden, kadın kısmının üstü örtülürdü. Yüzen kadınların kahkahalarını daha yakından duymak isteyen erkekler, asılırlardı sandalların küreklerine. Ne var ki, deniz hamamının bekçileri de sandal içinde pusuya yatar, balık tutma numarasıyla yaklaşan erkekleri düdük sesiyle uyarırlardı. Ahlak bekçilerinin hepsi de tabii ki erkekti!.. Mayoyla girdik yazıya, mayoyla çıkalım yine... Şiirimizde pek karşılaşmayız bu deniz kıyafetiyle. Rüştü Onur'un dizeleri geliyor aklıma yalnızca: Karpuz kabuğu suya değinceye dek Mayo düşünülmez

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
 Şiirin gökyüzünde yeni bir yıldız   / 09-07-2005
 Hey gidi Kazım Koyuncu!..   / 02-07-2005
 İkinci çocukluk   / 25-06-2005
 Filleri yutan pireler!..   / 18-06-2005
 Ne dediniz, yoğurt mu?   / 11-06-2005
 Baharı uğurlamak   / 04-06-2005
 Denize doğru   / 28-05-2005
 Gemilerin kardeşliği   / 21-05-2005
 Denizaltıları sevmek!..   / 14-05-2005
 'Büyük Elma'da bir Kızılderili kurdu!   / 07-05-2005
    Cumartesi Yazarlar
    Güncel
  » Yaşama Dair
    Sinema
    Gurme
FİLİZ AKIN
Bebek, annem ve mimarlar üzerine
Geçen pazar sabahı...
Çizgi-roman/sinema evliliğinde bir zirve
Çizgi-roman/sinema evliliğinde bir zirve
Tarantino'nun 'çömezi' Rodriguez çok iyi bir iş çıkarmış. Gerçekten...
Bence en iyiler: Köy, Collateral ve Boş Ev
Bence en iyiler: Köy, Collateral ve Boş Ev
Avrupa sinemasına bakmayı sürdürelim. İtalyan sinemasından gelen bir...
Şarap şaraba baka baka kopyalanıyor
Bizde çoğu sektörde olduğu gibi şarapçılıkta da kopyalama aldı başını...
Boşa yazılmış tek bir satırım bile yok
Yeni romanı "Bir Gün" de kendi deyimiyle "yine bir sosyal soruna" parmak basan...
Seyirci konser izledi görevliler kapris çekti
12. Uluslararası Caz Festivali'nde sahne alan ünlüler, özel istekleriyle...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.