Azaldık azar azar!
Bu yazı tam on yıl önce bugün, bu köşede yayınlanmıştı. Çünkü on yıl önce "dün", 6 Temmuz 1995'te Aziz Nesin ölmüştü. Onuncu ölüm yıldönümünde, dün gazete sayfalarını tararken, yalnızca "azalma"nın değil; "unutma"nın acısıydı yüreğimizi yaralayan... Oysa gazetelerin birinci sayfalarından spor sayfalarına; "Aziz Nesin'lik halleri" devam ediyordu güzel memleketimin! Azalmışız hakikaten... Şimdi... On yıl sonra... "O yazı" yeniden... Tek bir sözcüğünü değiştirmeden... Azalmanın derin acısıyla ve çağın Nasreddin Hoca'sına saygıyla... .............. Ölüm, benim için birdenbire anlamsız hale gelen telefon numaralarıdır. Not defterinde Aziz Nesin yazılıdır... karşısında sıra sıra sayılar. O sayılar karanlık ve sonsuz bir boşluktur artık. Anılar yanıt verebilir size. Şayet düşünürseniz kaybettiğiniz insanı... Kitaplarda bulabilirsiniz ayak izlerini, sevdiğiniz adamın. Yolculuğuna eşlik edebilirsiniz bir kere daha. Fotoğraflar, filmler, hayatın zaptedilmiş saniyeleri yanıt verebilir hasretinize... Ses kayıt cihazlarından yüreğinin titreşimlerini duyabilirsiniz yüreğinizde. Dost meclislerinde o da gelir oturur masanın baş köşesine. Sohbetler ve anılar yanıt verebilir yokluğun sancısına. Ama telefonlar asla... Karanlık ve sonsuz bir boşluk olur not defterindeki sayılar... Ölüm, birdenbire anlamsızlaşan telefon numaralarıdır bana... Önce telefon numaraları ölür... Önce, 783 60 51... Geçen yıl bugünlerdi... Siyaset Medyanı'na Aziz Nesin'i çağırmıştık. Konu Türk Kimliği'ydi... Programdan iki gün önce, odamdan içeri esmer, uzun boylu biri girdi. Son derece nazik ve sıcakkanlı bir Anadolu çocuğu. "Ben Aziz Bey'in korumasıyım" diye söze başladı. Stüdyoda bomba araması filan yapacağını sanmıştım. "Yok", dedi "Öyle şeylerden korkmuyoruz, alıştık artık." Devam etti: "Ben buraya kendi kararımla geldim. Aziz Bey'in haberi yok. Geldiğimi duysa çok da kızar, üzülür..." Görüşmeyi saklı tutacağımıza söz verdik. "Benim kurşunlardan, bombalardan korkum yok. Ben sözlerden korkuyorum" dedi. Adeta yalvardı: "Ne olur, ortamı gerginleştirmeyin, heyecanlandırmayın, Aziz Bey'in kalbi var, biliyorsunuz..." Koruma görevlisi, Aziz Nesin'le yıllardır birlikteydi. Baba-oğul gibi olmuşlardı. Daha da ilginci, dünya görüşleri hiç mi hiç uyuşmuyordu. Ama, o, "insan" Aziz Nesin'in korumasıydı. Baba-oğul sevgisini gözlerinde okudum. Bazen rollerin değiştiğini de fark ettim. Karayağız koruma görevlisi ak saçlı adamı ele avuca sığmaz bir çocuk gibi şefkatle seviyordu. Söylediklerini hiç unutmadım: "Ben sözlerden korkuyorum." Koruması, Aziz Bey'i kurşunlar ve bombalardan değil, "sözler"den koruyordu. Kendi sivri dilinin ferman dinlemez sözlerinden. Başkalarının yürek kanatan kem sözlerinden. 80 yıllık maceranın özeti de buydu işte. Sözleri örmüştü dostlukların ve düşmanlıkların ağını. Kurşunlar vız geldi sözlerin cesaretine. Aziz Nesin'i o cesaretin beslendiği kendi yüreği vurdu sonunda. "Aziz Nesin kitaplarında yaşayacak" tesellisi sizlerin olsun. Ben Aziz Nesin'in yarınki anayasa görüşmeleri için ne söyleyeceğini merak ediyordum oysa. Ya da 24. maddenin yeni şekli için neler yazacağını... Ya da yeni yüzdelerini, yeni oranlarını toplumsal zeka düzeyimizin... Dost da olsak, düşman da; sevsek de sevmesek de; kızacağımız, güleceğimiz, tartışacağımız düşünceler üreten biriyle paylaşıyorduk dünyayı, Türkiye'yi... Bizim yerimize, bizim adımıza, bizim için, bizim karşımızda düşünen biri vardı. Sayesinde zengindik... Türkiye, Aziz Nesin'le zengindi... Dün sabah, haberi duyunca, sanki bir parçası söküldü bedenimin... Eksildim, azaldım azar azar... Saat saat büyüdü boşluk... Eksildik, azaldık azar azar... Bizi durduk yerde, bedava 'zengin' eden adam gitti. Kaldık bir başımıza. Daha önce bizi terk edip gidenler gibi... Daha önce "eksilten"ler gibi bizi... Azaldık azar azar... Ya beyaz saçlarını meşaleye çevirmek isteyenler: Siz çoğaldınız mı?
|