İstanbul... Fetih... 552...
Fatih, İstanbul'u 552 yıl önce bugün fethetmişti.... 29 Mayıs 1453... "Takım gazete" okumanın faydası mı zararı mı bilemiyorum ama onu aşkın gazeteye dalınca bazen ülke içinde iki ayrı "dünya"ya tanık oluyorsunuz!.. Mesela, dün "muhafazakar ve islamcı basın"da, büyük büyük ilanlar vardı.... Pek çok belediye ya da kuruluşun, "İstanbul'un Fethi"ni görkemli bir biçimde kutlayacağı"na dair ilanlar... "İstanbul fetih kutlamaları" daha çok şu sekiz-on yıl içinde öne çıktı ama belli ki önümüzdeki yıllarda tam kök salacak, alışılacak, alıştırılacağız..
Bu konuda iki görüş öne çıkıyor... "Kutlanması gereken fetih değil, kurtuluştur" diyenlerle.... "Fetih, hayatımızın başlangıcıdır!" diyenler... Birinci görüştekiler şunu savunur.. Fetih, bir ülke ya da kentin silah zoruyla zaptedilmesidir, bunu anımsatmanın, bayram yapmanın manası yok! Oysa, İstanbul'un, 6 Ekim 1923'te, "emperyalist işgal"den kurtarılması "büyük bir gün"dür ve "kurtuluş bayramı" olarak kutlanmalıdır... İkinci görüştekiler, yani islamcı ve muhafazakar kesimlerse, her daim "Osmanlı"ya, "sultanlara", Fatih'e, Yavuz'a, kısacası, Cumhuriyet öncesi döneme, "Sultanların İstanbul'u"na, fethedilen İstanbul'a "gönül"den bağlandıkları için, İstanbul'un, Hristiyan Bizans'ın elinden alınmasını, yani müslüman laştırılmasını "milat" sayar "kurtuluş"tan çok "feth"i esas alırlar... "Fetih Bayramı"na bunca rüzgar yapmaları da bundandır zaten...
Açıkçası, ben, her iki önemli günün, tarihsel değerlerine (olumlu yanlarına) saygıyı esas alıp " gelin bugüne bakalım, geleceğe uzanalım" diyenlerdenim.. İstanbul -2005... N'oluyor mesela... İstanbul'da, muhteşem ve muazzam gelişmelerin yanısıra neler oluyor, nereye doğru gidiyor bu kent? İstanbul, dünyanın en köklü, dünyanın en renkli, dünyanın en ilginç ve yaşayan kentlerinden biri, tamam... Egzotik, estetik ve kozmopolist yapısıyla da cazibe merkezi, tamam.. On yıl önceki HABİTAT kıvılcımının.. NATO, WAN, Eurovizyon, OECD, Formula, Tenis Cup, Şampiyonlar Ligi Finali organizasyonlarıyla aleve dönüşmesi, tamam... Kentin uluslararası reklam ve sinema filmlerinin ilgi odağı olması.. Bu da tamam... Peki, ne kadar Paris, ne kadar Londra, ne kadar New York, ne kadar Roma'yız?.. Neden, hâlâ bir elin parmakları kadar turist gelir bu kente?.. Neden, dünyada hakettiği ilgiyi hâlâ göremez?.. Olağanüstü tarihsel varlıklarına rağmen neden "gizli" kalır bu değerler, neden anlatılamaz?.. Uzak ülkelerden, Avrupa'dan, Amerika'dan, dış kamuoyundan, İstanbul'a ilişkin başlayan "müthiş merak" neden pratiğe dönüşemez?.. Ve dünyanın diğer büyük kentleri, "turist gelirleri"yle "komşu kentlerini, güneykuzey şehirlerini " ihya etmeye girişir, bulunduğu ülkeyi daha da modernleştirir ve yeni alanlar yaratırken... İstanbul, neden, Beldibi' den, Belek'ten, Lara Plajları'ndan beslenir? Ve her seçim arifesinde "çarpık yapılaşmanın, kirliliğin, arazi paylaşımının, yağmanın, düzensizliğin, ilkelliğin, şehir çetelerinin, sokak mafyalarının kökünü kazıyacağım" diye nutuk atılan bu kentte, neden butün bu olumsuzluklar, her dört yılda bir, daha da kök salar?.. Neden, Berlin, Roma, Londra gibi büyük kentler, sadece müze gelirleriyle, İstanbul'un tüm gelirini üçe beşe ona katlarken, biz müzeleri "fareler"e teslim ederiz... Hatta kimilerini de kapatmaya girişiriz?
Soruları artırabiliriz... Ama kesin olan bir sonuç var ki İstanbul gibi, görkemle ilkelliğin aynı potada eritilmeye çalışıldığı bir başka kent yok inanın... Akla kara, o kadar belirgin ve öylesine uçurum var ki... İşte, Şampiyonlar Kupası Finali; o denli zor, o denli cesaret isteyen bir organizasyondu ki ama becerildi.... İstanbul, dünyaya taşındı, dünya İstanbul'a taşındı.. Ama "sokak arası"nda ne oldu? Her köşe başında Liverpol'lu, Milan'lı taraftarla, taksimetre açmayıp, üç kilometreye 200 euro isteyen taksici arasında boğazlaşma yaşandı, küçük bir pet şişe su dört milyona satıldı... Tek bir fotoğrafa "gökkafes ya da kule"yle "tek göz oda son model gecekondu" sığdı! Ve daha neler neler! Ve tabii ki bunlar da taşındı dünyaya...
Neyse... Herşeye karşın hayaller kurmaya devam edelim.. Yeter ki kararmasın coşkular, yeter ki kem bakmasın gözler.... Çünkü, hep deriz ya İstanbul bunu hakeder!.
|