Her kuvvet aşınır
Bayramınız iyi geçti mi? Umarım öyledir. Doğanın milyonlarca yıl önce biçimlendirdiği taş ve topraklarda yüzlerce yıl önce sığınak bulabilen insanların izlerinde dolaşırken, mesela ne kadar küçük, ne kadar geçici, ne kadar kum tanesi olduğumuzu yeniden idrak etmek iyiydi benim için. Aynalarda kocaman gelen, sanki ölümsüz sandığımız suretimize hayran kalmanın ne denli abartılı olduğunu da. Doğanın ve insanın, evet epey sabırlı değişim ve devinimi içinde, yaşadığımız günlerin, beğenilerimizin, bayağılıklarımızın, önceliklerimizin ebedi, değişmez, nihai biçimler olduğunu sanmanın ciddi bir ahmaklık sayılabileceğini de.
*** Her kuvvetin bir sınırı, her gücü eriten bir erozyon var. Kimi zaman tabiat kendi evladı koca taşları aşındırıyor, kimi zaman insanın öfkesi karşısındaki gücü zımparalıyor. Büyük bir gücün, aşırı eşitsiz bir kuvvetle fethettiği bir ülkeyi yeniden fethetmek, "sokağa düşmek" zorunda kalması da böyle bir şey. Kahramansız, yiğitsiz kalan şu kuru dünyada, "Felluce" mesela, kendi umutsuz durumları içinde, sanki herkesi sarsacak bir umut dersi verebilen insanların cesetleriyle dolu. Toprağa düşen her direnişçi, korkunun, sinmenin, işbirlikçi olmanın dışında, "ölmeye değer" bir şeylerin olduğuna dair bir ders. "Kum taneliği"nin farkında insanların, kendilerini ölümsüz zanneden koca gövdeleri en azından ahlaken erittiği yer. Nice destanların toprağı Türkiye'de, bunun layıkıyla hissedilmemesi, belki acı. O kadar meşgulüz ve kendimizi "ölümsüz hayatlarımız"a o denli kaptırmışız ki, içinde yuvarlandığımız "gelişmiş, medeni dünya"nın bu ahlaksızlığına karşı, bir, iki sızlanmanın dışında öfke bile kusamıyoruz.
*** Zıvanadan çıkmış "medeniyet timsali"nin azıcık güvercinliğe bile tahammülü yok oysa. Güvercinliği filan şüphe götürür bir "beyazlaşmış zenci adam" olan Powell bile o yönetime "fazla siyahi, fazla öteki" gelmiş olmalı. Yerine, görünüşü daha siyahi olsa da, bir kadın kalbine sahip olsa da, zihniyeti "beyaz erkek" olmuş, Beyaz Saray'larda yıkanmış, gücün şiddetine daha tutkun, renginin öfkelerinden, tutkularından değil, kapılandığı "beyaz kudret"in tahakkümünden beslenen bir hanım münasip görülüyor mesela. "Hayatımızın kahramanları", masa başlarında oturup başka halkların ölüm fermanlarını yazan bu insanlar oluyor. Diplomatik saygılar onlara iletiliyor; "iyi ilişkiler, stratejik işbirlikleri" bu kudret simsarlarıyla kuruluyor. Sokak sokak direnirken o ölüm fermanlarında can verenlerin isimlerini ise hiç bilmeyeceğiz. Ne ki, her direnişçi, o güçlü, "taş gibi" kudretleri aşındıran bir yağmur damlası gibi. Doğa ve tarihin sabırlı akışının, çabuk ölmüş ama dağları eritmiş tüm çocukları gibi.
|