|
|
|
|
|
Bu kanseri yeneceğim
|
|
Filiz Akın hastalığı için "Neşeli olmaya moralimi iyi tutmaya çalıştım. Olmuş bir kere, atlatmak zorundayım" diyor
"Dört ay kadar önce boynumda bir beze çıktı. Aile çevresine sordum, herhalde dişten, kulak burun boğazdan dediler."
GECE YARISI HABER GELDİ "SONRA bezeler çoğaldı. Biyopsinin sonuçları için eşime gece yarısı telefon gelince, işte o zaman şüphelendim."
O KELİMEYİ YAKIŞTIRAMADIM "BAZI insanlar 'niye ben' diye isyan eder. Ben etmedim. Ama sadece kanser kelimesini yakıştıramadım kendime."
*** Ben bu kanseri yeneceğim
Houston'da özel bir klinikte tedavi gören ünlü oyuncu Filiz Akın hastalığını ilk duyduğunda neler hissettiğini şu sözlerle anlattı: Yakıştıramadım kendime... Sonra 'niye olmasın ki, benim ne özelliğim var' dedim. Ama içimde bir ses 'belki de yanılıyorlardır' diyordu.
Houston'da bir kliniğin hemen yanındaki otelin lobisinde bekliyorum. Herhangi bir otel lobisinden farkı yok. Resepsiyon, görevliler, kocaman vazolardaki çiçekler... Arada bir tekerlekli iskemleyle birileri geçiyor, kadınların hemen hepsinin başında şapka ya da eşarp... Yaklaşık 4 saat önce sabahın erken saatinde Filiz Akın ile konuştum. "atv'deki programımı seyredeyim öyle görüşelim, olur mu?" dedi telefondaki ince, nazik ses. İşte o yüzden buradayım. İstanbul'da şehir efsanesi gibi dolaşan "Filiz Akın kanser, durumu çok ağır" dedikodularını sorabilmek, belki de hastalığını onun ağzından dinleyebilmek için. Sahi ağır mı gerçekten? Söylendiği gibi saçları dökülmüş mü? Telefonda sesi çok iyi geliyordu ama... Hep bu düşünceler içindeyim. Filiz Akın, çoğu kimse gibi benim de hayran olduğum, güzelliği, zarifliği ve hayata karşı duruşuyla hep "Ne hoş kadın" diye bahsettiğim bir isim. Şimdi burada Houston'dayım. Birazdan çok beğendiğim Filiz Akın ile tanışacağım. Müthiş endişeler içindeyim, ya çok kötü gözüküyorsa? Ya gerçekten de tedavi onu çok yormuşsa? Ne yapmalı, ne söylemeli? Ya patavatsızca bir laf edersem? Etmem canım, niye edeyim?
TEDAVİYE RAĞMEN GÜZEL Aklımın içinde cümleler gidip geliyor. Lobide sadece 10 dakika bekliyorum ama sanki saatler geçiyor. Birden karşımda beliriyor. Siyah bir eşofman, üzerine attığı kırmızı bir sweatshirt, yapılı saçları, makyajlı yüzüyle, orada işte, Filiz Akın tam karşımda, bana "Hoş geldiniz, merhaba" diyor. Müthiş şaşkınım. Belli belirsiz "Harika görünüyorsunuz" diyorum. "Siz bir de benim makyajsız halimi görün, başımdaki tahmin edebileceğiniz gibi peruk. Sadece ben biraz oynadım, düzelttim. Fotoğraf çektireceğim için kendime biraz bakım yaptım" diye gülümseyerek cevap veriyor. Sahi peruk mu bu? Belli bile değil, öylesine özenle taranmış ki... İlk önce fotoğraflarını çekiyorum. Beraberce dışarı çıkıyoruz, espriler yapıp beni güldürüyor: "Rüzgarda kalmayalım ya peruk başımdan uçarsa?" Objektifi yüzüne kadar yaklaştırıyorum, bütün hastalığına ve tedavinin yan etkilerine rağmen hâlâ çok güzel. Söylediğim zaman hafifçe utanıyor. "Bunları duymak tabii hoşuma gidiyor ama siz bir de makyajsız halimi görseniz..."
KİMSE ENDİŞELENMESİN Makyaj, peruk... Bunlar inanın önemli değil. Güzellik galiba başka bir yerlerde saklı. Röportajın başında böyle düşünüyorum. Söyleşiyi okuduktan sonra bana hak vereceksiniz. Türkiye'den kilometrelerce uzakta bir yerlerde, Houston'da bir otelin lobisinde başlıyoruz konuşmaya. Ben soruyorum, Filiz Akın anlatıyor. Konuşmaya ise şöyle başlıyor: "Bırakın hastalığımı konuşmayı, ben tam 10 yıldır hiç röportaj vermedim. İstemedim basının önünde yer almak. Ama bu dönemde ne olup bittiğini anlatmak istiyorum çünkü hastalığımı çok merak eden var, bunu biliyorum. Doğrusu bilsinler, gereksiz yere endişelenmesinler istiyorum. Beni seven insanlara, tanıyana tanımayana buradan bir 'merhaba' demeliyim gibi geliyor. Çünkü biliyorum ki onların bana gönderdikleri enerjiler ve iyi dileklerle ben burada ayakta duruyorum..."
* Gazetede Filiz Akın mı yazmalıyım, Filiz Köksal mı? Hangisini kullanıyorsunuz? Aslında tabii ki Filiz Akın Köksal. Ama Filiz Akın benim ismim gibi yani soyadım değil. Öylesine alışmışım ki... Birisi Filiz Akın dediğinde sanki sadece ismimden bahsediyor gibi geliyor. (Gülüyor)
* Türkiye'de sağlığınız hakkında bir çok söylenti dolaşıyor. Biliyorum, isterseniz baştan anlatayım çünkü belki de siz de, Türkiye'dekiler de durumun ne olduğunu gerçekten de bilmiyorsunuz. Geçen yıl iki kez üst solunum enfeksiyonu geçirdim. Birincisi haziranda, ikincisi eylülde. Zatürree başlangıcı gibi bir şeydi bunlar. Gerçekten de çok ağır geçti. O hastalıkların sonrasında boynumda bezeler çıktı.
* Sağlığınız konusunda titiz misiniz? Yani kendini çok dinleyenlerden mi yoksa "boşver" cilerden misiniz? Titizim diyemem ama medeni bir insanım. Yani bir şey olduğu zaman doktora gidip rahatlamayı tercih ederim. Ondan sonra da ona takmam. Fakat maalesef benim sağlık açısından çok şanslı bir yapım yok. Çok ilaç almak ve doktora gitmek zorunda kaldım hayatım boyunca. Ama bunlar genelde geçici rahatsızlıklardır. Bünyem biraz zayıf galiba. Demin de size söylediğim bu iki solunum rahatsızlığı sırasında o kadar çok antibiyotik aldım ki... Hastanelere gittim, nefes testleri vs.. O dönem çok bunalmıştım tedaviden. Tam o sıralarda boynumda bir beze çıktı. Hem önemli olup olmadığını tahmin edemedim hem de gerçekten de artık çok sıkılmıştım ve doktora gitmek istemiyordum. Aile çevresinde gördüğüm doktorlara, arkadaşlarımıza gösterdim. "Önemli mi?" diye sordum. "Herhalde dişten, kulak burun boğazdan falan" dediler.
* Siz de üzerinde durmadınız mı? Onlar öyle deyince, ben de çok takıntılı biri olmadığım için "İyi tamam" dedim. Demek önemsiz bir şey ve geçecek. Bir de bilirsiniz bazı insanlar vardır, boyunlarında hep daha büyük bezelerle yaşarlar ve pek de bir sorun olmaz. Ben de öyle bir şey diye düşündüm. Bir de bademciklerini aldırmış insanlarda bazen vücut kendini korumak için böyle bir takım şeyler yaparmış. Onun için ben de önemsemedim.
* Ne zaman oldu bu? Dört ay oluyor galiba. Bir süre geçtikten sonra bezeler çoğalmaya başladı, ikincisi, üçüncüsü çıktı. 'Doktora gideyim' dedim ama araya bir şeyler girdi, pek hatırlamıyorum neden, hemen gidemedim. Bir doktora gittim, hatta makineye kadar girdim ama sonra çıktım.
* MR'dan mı bahsediyorsunuz? Evet. Bu arada benim MR konusunda hiç öyle korkularım fobilerim falan yoktur. Tedavi konularında gözüm karadır, hiçbir şeyden korkmam. O girdiğim MR çok sofistike bir MR'mış. "İyota alerjiniz var mı?" dediler. "Var" deyince, onlar çıkardılar. Benim de o gün çok başım ağrıdı, eve döndüm.
* Başınız sık sık ağrır mı? Hayatımdaki tek problemim baş ağrısıdır. Baş ağrısıyla uyanırım. 20-30 yıldır böyle. Ama o günlerde artık her gün olmuştu. Her gün ilaçlar alıyorum. Zaten diyordum kendi kendime "Bağışıklık sistemime bu ilaçlar ne yapıyor acaba?" Fakat başka türlü o ağrıyla yaşamama imkan yoktu.
* Yani siz bezelerden çok baş ağrısıyla ilgileniyordunuz. Evet çünkü çok ağır bir şey. İşte akupunkturlara gidiyorum, g-terapi diye bir şey var, ona gidiyorum. Her şeyi baş ağrısı üzerine kuruyorum yani. Bir müddet sonra bezeler daha yukarı doğru oluşmaya başlayınca karar verdim. Eşim dedi ki "Ben de uzun zamandır kulak burun boğaz muayenesi yaptırmadım, gel beraber gidelim."
HABERİ GECEYARISI ALDIK * Ne dedi doktor? "Sizin burun arkasında devamlı boğazı faranjite çeviren bir yapınız var ama ben bunun daha çok reflüden olduğunu zannediyorum" dedi. Reflüyü biliyorsunuz şimdi pek bir moda, herkeste çıkıyor (gülüyor). Ama şaka bir yana, reflü bir sürü şeye sebep oluyor. Belki de benim hastalığım da öyle başladı.
* Peki kanser olduğunuzu nasıl anladınız? Beni iğneli biyopsiye yolladılar. Boynumdaki bezelerden, ameliyatla değil, iğneyle çekerek örnek aldılar.
* O zamana kadar aklınıza hiç kötü bir şey gelmedi mi? Yok. Hiç gelmedi inanır mısınız. "Bunda da bir şey çıkmayacak" diyordum. Biyopsinin sonuçları için gece yarısı eşimi aradılar. Böyle gece yarısı bir telefon gelince işte o zaman şüphelendim. Sonunda ikinci bir iğneli biyopsiden sonra iyice emin olundu. Kötü hücrelere rastlandı. Fakat ne olduğuna karar verilemedi. Ondan sonra tahmin edebileceğiniz gibi büyük bir tetkik başladı.
* Zor bir soru ama kanser olduğunuzu söylediklerinde ne hissettiniz, ne düşündünüz? Belki gece yarısı telefonundan sonra ciddi bir şeyler olduğunu hissettiğim için çok şaşırmadım. Aslında doğru bir soru, oyuncular zaman zaman kendi kendilerine sorarlar "Başıma böyle bir şey gelse ne yaparım ne hissederim?" diye.. Gayet insani tepkiler bunlar. Çevremde işinin ehli, öyle iyi insanlar vardı ki çok kötü hissetmedim kendimi. Eskiden, düşünsenize kanser kelimesini duyduğunuzda "Eşittir ölüm" derdiniz. Bazı insan "Niye ben?" diye de isyan eder, haklı olarak. Ben isyan da etmedim çünkü kendi kendime dedim ki "Ben de normal insanlardan biriyim ve bana niye olmasın, benim özelliğim nedir yani?"
HEP NEŞELİ OLDUM * Her insan özel değil midir? Tabii ki özeldir ama benim farkım nedir ki? "Herkesin başına geldiği gibi benim de başıma gelebilir" diye düşündüm. Sadece 'kanser' kelimesini sevmedim. Ee yakıştıramadım kendime tabii. Bir taraftan da içimde 'Bakalım belki de yanılıyorlardır' diye bir his vardı, onu da söylemem gerek yani.
* Ne zaman emin oldunuz? Çok detaylı tetkikler yapıldı. Bayağı zor işler. Onları çok iyi göğüsledim. Zor bir süreç geçirdim. Ama her tetkikten neşeli çıkmaya çalıştım, moralimi iyi tutmak için uğraştım. Ben bu hastalığı komik tarafından almaya karar verdim. Nasılsa olmuş yani, yapacak bir şey yok, atlatmak zorundayım. 'Ben bu kanseri yeneceğim' dedim kendi kendime. Hâlâ da diyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|