kapat
03.09.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMÄ°
limasollu
TÃœRKÄ°YE
DÃœNYA
POLÄ°TÄ°KA
SPOR
MEDYA
SERÄ° Ä°LANLAR
METEO
TRAFÄ°K
ÅžANS&OYUN
ACÄ°L TEL

GREENCARD

HINCAL ULUÇ


Arabesk Paris'te sakin günler..

Paris mi Paris'ti, Hıncal mı Hıncal o zamanlar..? 20'li yaşların başındaydım Paris'i ilk gördüğümde... Sene 1961 mi, ne?. Sevgili kardeşlerim Ahmet Taner Kışlalı ve Yaşar Güngör, orada doktora yapıyorlardı. Paris'i iyi biliyorlardı ve bu kentte üç gün geçirecek Hıncal için harika bir program hazırlamışlardı. Rüya gibi bir üç gündü.

Paris her gencin hayallerini süslerdi, dünyanın her bir yanında. Benim de... Ve o üç gün, hayallerimi nasıl doldurmuştu? Paris hayallerimin de ötesindeydi. O günden sonra Paris'e hep heyecanla gittim.

Bu defa da öyle...

10 gün geçirecektim hayal kentinde. Hem de en sevdiğim spor atletizmin, en üst düzey yarışmalarını izleyerek.

Tatil benim için kafa dinlemektir. Vücut dediğin bir sekiz saat rahat uyku ile düzelir. Kafanın tamamen boşalması öyle kolay değildir.

Ve ben Paris'e giderken kafam nasıl yorgundu üstelik.

Dinlendim. Gerçekten dinlendim. Ama düşündüklerimin tam tersine. Çok sakin bir Paris yaşayarak dinlendim.

Neden sakin?

Çünkü atletizm bitmişti.

Paris bitmiÅŸti.

Atletizmi spor günlerimizde konuşuruz.

Paris niye bitmiÅŸ?

Şu 15 yıl öncenin Sarıyer'ini düşünün. Nasıl bir Arap istilası altındaydı. Sonra bıçak gibi kesildi. Yok oldular. Nereye gitmişler?..

Paris'e..

Paris bir Arap kenti olmuÅŸ.

O dünyalar güzeli Şanzelize Bulvarı'nda dolaşmaya çıktık.. Riyad sokakları olmuş diyeceğim, olmamış. Riyad'da Arap kadınları böyle dolaşamaz çünkü. Çarşaflısı, peçelisi var. Yüzü açık olanı var. Tüm kurtlarını dökmek için gelmiş, özgürlüğünü yaşayan, göbeği açık olanları var. Yani her cinsten kılığa girmiş Arap kadını var. Ötekilerden hemen ayrılıyorlar. Niye? Birincisi toplu halde geziyorlar. İkincisi gözleri. Kalın, ağır, ağdalı sürme çekilmiş gözleri "Ben Arabım" diye bağırıyor.

Milliyetçilik, ırkçılık falan yaptığımı düşünmeyin. Ama Paris'e gidince insan biraz Pariziyen görmek ister. Yok. Yer yarılmış, Fransızlar yerin dibine girmiş.

Arap. Her yer Arap. En Fransız, en Paris yerlere gidiyoruz. Fougets, Flore, Cafe la Paix, Capucine, Carette, Bar des Theatres, Diep, Ton Yen, Relais de Antrcote... Önüm, arkam, sağım solum Arap.

Petrol doları Paris'i işgal etmiş.

Eder. Etsin. Onlar da gelsin Paris'i görsün yaşasınlar.

Hayır.

Dolarlar onlarda ya. Paris değişmiş. Paris arabesk olmuş. Yok canım, resmen Arap olmuş. Şanzelize'de el ilanları dağıtıyorlar. Konser, eğlence ilanları.. Arapça. Gecelerin yıldızları da Arap.

Virgin'e giriyorsunuz. Karşınıza kocaman bir Arap müziği standı çıkıyor. Firuze mi Feyruz mu nedir, bir Arap şarkıcının bin tane plağı.

Restoranlarda, kafelerde, o Paris servisi, o Paris lezzeti bitmiş. Araplar'a hizmet ede ede Araplaşmış garsonlar, Araplaşmış ahçılar...

Üçüncü günün akşamı, Korcan dayanamayıp bağırdı "Yolda bir Parisli göreyim, gidip elini öpeceğim."

İşin özeti bu sözler. Paris'te Parisli kalmamış, neredeyse.

Paris'i Paris yapan binaları değil, insanları. O insanlar yok. Paris Suudi Arabistan'ın dinsel kısıtlamaları olmayan koca bir tatil köyü olmuş. Altını çiziyorum. Tatil köyü. Köy..

Yaşar'la Ahmet'in beni günler geceler boyu gezdirdiği Paris, hayaller kenti Paris, tahammül edemediğim bir koca köye dönüşmüş.

İşte bu köyde on gün, hareketsiz, heyecansız 10 gün dinlendirdi beni.

Hayatımda ilk defa Paris'ten dönerken bu kadar mutlu, bu kadar keyifliydim, "Bitti" diye. "Bitti sonunda. Oh be, vatanıma dönüyorum. Gözünü sevdiğim vatanıma. İstanbul'un taşına, yekpare Acem mülkü değil, tüm Paris feda olsun.

Benim Tugay kardeÅŸim
Biz Paris'te iken kötü haber geldi. Sevgili kardeşim Tugay'ı, Büyükelçi Tugay Özçeri'yi kaybetmişiz.

Gerçek kardeş gibiydi Tugay, benim için. İçel sokak'ta Ankara'da bizden iki ev ötede otururlardı. Kolej'de okurdu, ben Kurtuluş Lisesi'ne giderken. Mahalle takımında basketbol, asıl önemlisi futbol oynardı. Müthiş bir yetenekti futbolda.

Ben Mülkiye'ye girdim. İki yıl sonra da o... Mülkiye ile birlikte Gençlerbirliği'nde orta sahada oynamaya başladı. Müthiş zekası ile oyun kurucu oynardı. Harika frikik atardı. Çok da sert kafa vururdu. Kafasında Dışişleri kariyeri yapmak olmasa, İstanbul'a gelir, Türk futbolunun unutulmazları arasına girerdi. Ama uğraşmadı. Okul bitince, futbolu da bitirdi.

Onunla üçüncü kez beraberliğimiz askerde oldu.

Yedek subaya yazıldık. Muhabere okulu. İlk sabah içtimasına çıktık ki, ne görelim, bizim Tugay omuzunda yıldız teğmen. O zaman askerlik iki sene. Yıldız da takılırdı.

Mahallede kardeşim. Okulda küçüğüm. Spor yaşamında o futbolcu, ben ona not veren spor yazarı. Ama askere benden evvel gidince, ilk defa o öne geçmiş teğmen, ben rütbesiz öğrenci.

O an kararımı verdim. Tugay'ın işini kolaylaştıracak, takımda en iyi asker olacaktım. Yedek Subay okullarında okuyanlar bilirler. Orada öğrenciler cin gibidir. Komutanın bir ufak açığını kollarlar ki istismar etsinler. Dostluğumuzu, ağabeyliğimi kullanıp biraz kaytarsam, tüm bölük peşimden gelecek. Tugay yanar...

Hiç açık vermedim. En hızlı öğrenci ben. En iyi çakılan, en iyi selam veren, görevi en iyi yapan ben. Ve de Tugay'la tanıştığımızın işaretini vermiyorum. O da vermiyor.

İstirahat anı... Uzanmışız. Tugay geçiyor, En evvel ben fırlıyorum ayağa mesela... Tugay da bayağı sert teğmen hani.

Bir hafta geçti. O gece Tugay nöbetçi. Yemeği yedik. Etüde gittik. Döndük yattık. Tam uyumak üzereyim. Koğuş nöbetçisi geldi, dürttü, "Hıncal, Tugay teğmenim seni istiyor. Nöbetçi subayı odasında."

Kalktım, gittim. Tugay masada oturuyor. Beni görünce kalktı. Tüm ciddiyeti ile kapıya yürüdü. Kapadı ve o an teğmen Tugay gitti, bizim mahallenin küçüğü geldi. Bir sarıldı boynuma. "Hıncal... Sevgili Hıncal" diye. Saatlerce oturduk.

"Sana ve Yalçın'a nasıl minnet doluyum bilemezsin" dedi.. Yalçın "Deve" Yalçın. Mülkiye'den sınıf arkadaşı. O da Hariciyeci. Tugay'la enseye tokat arkadaşlar. Yalçın da aynen benim gibi. Tugay'ın olduğu her yerde çakı.

"Sizi görünce o sabah içtimada 'Hapı yuttun Tugay' dedim içimden. Siz kardeş kadar yakınlığımızdan faydalanıp işi gevşetecektiniz. Tüm bölük de 'Madem öyle biz de' diye sizi taklit edecekti. Ben nasıl çıkacaktım işin içinden. Ama siz ikiniz, gelip sizinle konuşmama gerek bile bırakmadan örnek oldunuz ötekilere. İşte dostluk, kardeşlik, arkadaşlık bu."

Askerden sonra çok az karşılaşır olduk Tugay'la. Dışişleri'nde hızla yükseldi. Bu arada hastalandı. Kanser... Tedavisi dışarıda yapılabiliyordu o zaman. Bu yüzden, yurda çok az döndü. Dışişleri vefa gösterdi, hastalığı yenene kadar, onu doktorunun yanında tuttular.

Kanseri yendi. Dışişleri'nin en yüksek noktasına, müsteşarlığına geldi. Emekli olduğunu duymamıştım. Daha doğrusu son yıllarda ondan haber alamamıştım. Meğer kanseri yenen kardeşim, alzeheimer olmuş bu defa. Onu yenemedi..

Genç denecek bir yaşta, ama dolu dolu yaşamış gitti...

İyi insan, iyi dost, iyi futbolcu, iyi asker, iyi hariciyeciydi. Hayatının her kademesinde iyiydi anlayacağınız..

Nur içinde yatacağına inanıyorum.

Röveşata...
Tugay teğmen, Muhabere Okulu Futbol takımının kaptanı... Ben de asteğmen olmuşum. Takımın yöneticisi.

Zırhlı Birlikler Okulu ile final maçımız var. Daha sonra Genelkurmay Başkanı olan Semih Sancar Eğitim Kolordu Komutanı... O da maçta. Kazanana kupa verecek. Tüm askeri ciddiyeti içinde bir maç yani.

Sahaya çıkıldı. Takımlar yan yana dizildi. Bizim komutan, nur içinde yatsın İbrahim Etem Baykara, (Ne baba adamdı. Bütün askerleri nasıl severdik onu. Paşam da beni çok severdi.) Sancar Paşa'ya takımı takdim ediyor. En başta kaptan Tugay. Baykara Paşa eğildi, Tugay'a bir şeyler söyledi. Ben idareci olarak en başta duruyorum ya. Tugay yanımda kıkırdamamak için kendini zor tutuyor.

Yahu bu kadar iyi bir asker, böyle bir törende nasıl bu halde gelir?

Neyse Tugay kendini topladı. Kazasız atlattık. Maç bitti, soyunma odasında doğru Tugay'a koştum, 'ne oldu' diye.

Anlattı. Bir hafta evvelki maçta, bizim Tugay harika bir gol atmış. Paşa maçtan sonra "Nasıl vurdun o topa yahu?" demiş. "Sırtın kaleye dönükken..."

Tugay "Bu vuruşa röveşata derler paşam" diye izah etmiş.

Final maçı öncesi, Baykara Paşam Tugay'a, "Bol röveşatalı bir maç istiyorum" deyince...

PiriÅŸtina'ya sorular!..
İzmir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'ya, yazılı yanıtlamasını istediğim sorular var. Yorumum bu yanıttan sonra gelecek.

1. Güney Kore'ye Üniversite Oyunları'na kaç kişilik bir kafile ile gittiniz?.

2. Oyunlara katılan Türk sporcu kafilesi, yöneticiler dahil kaç kişiydi?.

3. Kafilenizin listesini, görevleri ile birlikte yanıta ekler misiniz?.

4. Bu kafilenin toplam masrafı nedir?. Bu para hangi bütçeden ödenmiştir?.

İzmir Belediye Başkanı'nın bu sorulara çok acele yanıt vereceğini tahmin ediyorum.

SEVDİĞİM LAFLAR
Aşktan korkmak, hayattan korkmak demektir. Hayattan korkmak, zaten üç kere ölmektir.

Bertrand Russell

(1872- 1970)

TEBESSÃœM
Fıkra Yıldırım Tuna'dan

Adamın biri gece kulübünde bara gidip "Süt" istemiş.. Barmen hemen uzanıp revü kızlarından birinin göğsünü tutup sıkmış, bardağa doldurup "Buyurun!"diye uzatmış adama.. Adam "Vay canına"demiş, "Hayatta burada "Bloody Mary' içmem.


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
Destek Paketi
Sarı Sayfalar
GreenCard


Sizinkiler
TEMA

Copyright © 2003, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır