kapat
17.06.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMÄ°


TÃœRKÄ°YE
DÃœNYA
POLÄ°TÄ°KA
SPOR
MEDYA
SERÄ° Ä°LANLAR
METEO
TRAFÄ°K
ÅžANS&OYUN
ACÄ°L TEL


Ah şu korkularımız

Kafaların içini özgürleştirmedikçe, korku, vehim, vesvese ve önyargı karışımı o kalın zincirleri parçalamadıkça, insan haklarını istediğiniz kadar genişletin, boşuna...

Toplumun mürekkep yalamış kesimlerinin bile korku ve önyargıların tutsağı olduğu, "İkiz Sözleşmeler" tartışmasında bir kez daha ortaya çıktı.

İnsan haklarında çağdaş düzeye ulaşmanın ölçüleri kabul edilen bu sözleşmelerin bazı çevrelerce nasıl saptırılmak istendiğini göstermek için konuyu baştan anlatalım.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 1948'de BM'de kabul edildi. Bu bildirideki ilkelere açıklık getirmek için 1966'da yine BM iki sözleşme hazırladı.

Bunlardan biri "Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi" adını taşıyor ve halkların kendi kaderlerini belirleme, yani "Self-determination" hakkının tanınmasını, bireylerin düşünce ve ifade özgürlüğünü, din, dil ve kültürel haklarını korumayı taahhüt ediyor.

İkincisinin adı ise "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi." O da ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapılmadan eşitliğin uygulanmasını, her işçiye kendisinin ve ailesinin insanca bir yaşam sürmesini sağlayacak düzeyde ücret verilmesini, sendika, grev, toplu sözleşme, eğitim ve sosyal güvenlik haklarının tanınmasını öngörüyor.

Türkiye geç bile kaldı
1976'da yürürlüğe giren sözleşmelerden ilkini 148, ikincisini 145 ülke imzaladı. Türkiye uzun süre sözleşmelere kuşku, hatta korkuyla baktı, "Self-determination" gibi maddelerinin kendisine karşı kullanılmasından çekindi. 1993'te Viyana'da düzenlenen Dünya İnsan Hakları Konferansı'nın bildirgesinde "Self-determination" hakkının "Tüm halkı temsil eden bir hükümete sahip ülkelerin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini parçalamak için kullanılamayacağı" vurgulanınca, kuşkular dağıldı. Terörle mücadelenin kazanılmasından sonra da demokratik açılımlar çerçevesinde, iki sözleşmenin onaylanması zorunluluğu ortaya çıktı.

Sonuçta 2000 yılı Ağustos'unda Ecevit Hükümeti'nin kararıyla BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Volkan Vural iki sözleşmeye imza koydu. Bu onun BM'deki son icraatı oldu, hemen ardından AB Genel Sekreterliği görevini üstlenmek üzere Ankara'ya döndü.

Sözleşmeler imzalanmıştı ama geçerlilik kazanması için onay sürecinin tamamlanması gerekiyordu. O da bu Meclis'e nasip oldu. Hem iktidar, hem de muhalefet milletvekillerinin oylarıyla 4 Haziran'da kabul edildi.

Ve kıyamet koptu!
Çünkü bazı çevrelere göre, bu sözleşmelerle "Ülke bütünlüğünü tehdit eden eylemler uluslararası güvenceye kavuşturuldu..."

İşin tuhafı, hukukçular da birbirlerine düştüler. Örneğin İstanbul Barosu, İkiz Sözleşmeler'e "Ulus devletimizi ve egemenliğimizi tehdit eden yasalar" derken, İzmir Barosu tam tersine "Demokratikleşme, çağdaşlaşma adımları" diye niteledi.

Dışişleri Bakanlığı kaygıların önünü kesmek için Türkiye'nin sözleşmelere üç beyan ve bir çekince koyduğunu hatırlattı, "Türkiye gibi demokratik bir ülkenin bütünlüğünün, tüm uygar ülkelerin taraf olduğu iki sözleşmeye katılmasıyla tehlikeye gireceği" iddialarının gülünçlüğüne dikkat çekti ama dinleyen kim...

Hem sonra AB'nin tüm üyeleri bu sözleşmeleri imzaladı. İmzalamakla kalmadı tüm aday ülkeler için de zorunlu hale getirdi, hatta Kopenhag Kriterleri arasına aldı.

Avrupa'da sadece Türkiye sözleşmeleri imzalamamıştı. Bu ayıptan kurtulduğumuza sevinecek yerde, nelerle uğraşıyoruz...

"Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur" diyen büyük fizikçi Albert Einstein yerden göğe haklıymış...

Mesajlarınız için: esafak@sabah.com.tr


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, Bilgin Elektronik Yayıncılık ve İletişim A.Ş. - Tüm hakları saklıdır