kapat
15.06.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMÄ°


TÃœRKÄ°YE
DÃœNYA
POLÄ°TÄ°KA
SPOR
MEDYA
SERÄ° Ä°LANLAR
METEO
TRAFÄ°K
ÅžANS&OYUN
ACÄ°L TEL


HINCAL ULUÇ


Babamı her defasında anarken..

Bugün Babalar Günü.. Ve her Babalar Günü'nde olduğu gibi, işte size en "Baba" yazım!.. Bir daha..

****

Babam atalarının Kafkasya'dan gelmiş olması ile övünürdü hep.

Evimizde, subay babam nereye tayin olursa olsun, birlikte götürdüğümüz iki simge vardı, Kafkasya'dan atalardan gelme.

Birisi, üzerinde gerçek ödül mühürler bulunan Çerkez Semaveri, ki şimdi benim salonumu süslüyor. Öteki de üzeri elle yapılmış, oyma ve gümüş işlemelerle süslü av tüfeği. Bakmaya kıyamayacağınız güzellikte bir Kafkas çiftesi.

Savaş sonrası yıllarda, kaç kez anlattım sizlere, radyo bile yoktu doğru dürüst. Günde iki saat deneme yayını yapan ve parazitten zor dinlenen bir postane radyosu dışında. sinema minema hak getire.

Babamın bir tek özel keyfi vardı.

Av.

Cumartesi geceleri, sobanın başına toplanırdık. Kestaneler yarılır, sobanın üzerine dizilirdi.

Babam av tüfeğini ve av takımlarını çıkarırdı.

Önce tüfeği özene bezene siler, temizler, yağlar, kenara koyardı. Sonra fişek hazırlamaya başlardık.

İrili ufaklı bir yığın aleti vardı babamın, fişek yapmak için. Karton silindirleri alır, altına kapsülü basar, içine barutu sıkıştırır, onun önüne saçmaları yerleştirir, kapatırdı. Ağbimle ben yardım ederdik babama. Kendimizi çok ama çok önemseyerek. Hazırlanan fişekler, beline bağladığı fişekliğe dizilirdi rengarenk.

Bu işler yapılırken, babam, başından geçmiş av öykülerini anlatırdı, keyifle..

Geç vakitlere kadar yatmama iznimizin olduğu tek geceydi, cumartesileri.

Sabah uyandığımızda babamı gitmiş bulurduk. Güneş doğmadan yola çıkardı avcı arkadaşları ile.

Avdan pazar akşamına doğru yorgun, ama öyle keyifli dönerdi ki babam.

Tüm yorgunluğuna rağmen, o ata yadigarı gümüş işlemeli, oymalı çiftesini gene özenle temizler, kılıfına yerleştirirdi. "Hanım şunları çocuklara pişir bakalım" diye avladıklarını annemin önüne gururla koyarken.

Babamın keyfi nasıl tüfeğiyse, bizim keyfimiz de bayram günleriydi, iple çektiğimiz bayram günleri.

Türkiye'nin en sıkıntılı günleriydi onlar. Yokluklar ülkesiydik kelimenin tam anlamıyla. Hangi kuyruk? Ekmek kuyrukla değil karne ile alınırdı. Nüfus kağıdına vurulan damga ile. Paran olsa da fazlasını alma hakkın yoktu. Öyle sıkıntılı günler.

Ama bayram tüm sıkıntılara rağmen biz çocuklara "Bayram" olarak gelirdi.

Tepeden tırnağa yenilenirdik. Elbiselerimin çoğunu annem dikerdi, her bayram yeni bir şeyler yapmayı başarırdı.

Sonra yeni ayakkabılar, yeni gömlekler, çoraplar.

Ve de o zaman ki aklımızla, ölçüsüz harcayabildiğimiz bol harçlık.

Haftalığımız 25 kuruşken mesela, bayramda babamdan günlük alırdık, gün başına bir lira. Öteki akrabalardan da gelirdi harçlık. Bayramın ilk günü cebimizde 2.5 lira falan olurdu. Harca harca bitmez. Sinemaya giderdik. Bayram yerine gider dönme dolaba biner, gazozla simit alırdık, gene bitmezdi.

Hiç unutmam. Bir bayram günü, milletvekili olan büyük eniştem (biz ona Paşa Dayı derdik) İstiklal savaşı kahramanlarından Aşir Atlı Paşa, bize gelmişti.

Elini öpen ağabeyime, çıkardı, bir kağıt para verdi, harçlık diye. Onun ve bizim elimize harçlık diye konan ilk kağıt paraydı bu. Ağbeyimin dili tutuldu sanki. Koskoca beş lirayı ona veriyorlardı.Olacak şey miydi? Şaşırdı. Teşekkür etmeyi unuttu. O gün bugün ailede her bayram hala kahkaha ile anlatılır. Parayı Paşa Dayı'ya geri verdi.

"Hiç değilse yarısını verin" diye.

Nasıl gülmüştü Paşa Dayı, parayı tekrar ağabeyimin eline koyarken.

Bana da 2.5 lira vermişti, Paşa Dayı. O da kağıt para. Hayattaki ilk kağıt param.

Hey gidi günler hey.

Gene böyle bir bayram arifesiydi işte.

Anadolu kasabalarında bohçacı kadınlar vardır, kapı kapı dolaşır elle yapılmış örtüler, perdeler, çarşaflar toplarlar ve satarlar.

Bir de erkekler. Tellallar. Onlar da sokak sokak dolaşır, bağıra çağıra , ikinci el, kıymetli şeyler satarlar başkası adına.

O gün, bayrama bir kaç gün var, okuldan eve dönüyorum. Tellalı gördüm sokakta. Sırtında 100 metreden görsem, doğru tanıyacağım, üzerindeki çizgileri bile ezbere bildiğim bir şey var.

Babamın Tüfeği.

Gururla övündüğü atalarının yadigarı ve hayattaki tek özel keyfinin simgesi.

Beynimden vurulmuşa döndüm. Ağlamak istedim, olmadı. Koşa koşa, nefes nefese geldim eve. Annem, "Hayır oğlum, yanılmışsın, o değil. Bak babanın tüfeği burada" desin diye.

"Anne tüfek" dedim. Ağlamaya başladı. Benim size bu satırları yazarken ağladığım gibi.

Sıkıntı son haddine varmıştı ve babam anneme "Benim çocuklarım, bu bayram öksüz çocuklar gibi kalmayacaklar. Her zaman ki gibi bayram yapacaklar. Tepeden tırnağa giydireceğiz, bayram sabahı elimi öperken, harçlıklarını da vereceğiz, hanım" demişti.

Neyle?

İşte o tüfekle.

Babamın bizlere sevgisi, atalardan gelen gururunun ve hayattaki en büyük keyfinin de çok ötesindeydi.

Tereddüt bile etmemişti, bizim bayramımız için tüfeğini satarken.

Sanki sözleşmişiz gibi, evde o tüfeğin lafı bir daha hiç edilmedi.

Çünkü hepimiz, o tüfeklerin binlercesinden çok daha değerli bir şeye sahip olduğumuzu biliyorduk.

Sevgiye!...

****

Bu yazıyı kaç bayramdır yazıyorum.. Yazarken de içimde bir umut.. Babamın tüfeğinin izi çıkar mı acaba?.. O tüfek kimde ise, bize, Uluçlara geri satarlar mı?.. Değeri benim için ölçülmez.. Veririz!..

Babalar Günü!..
Tele Pazar, Babalar Günü'nü, Necdet Tokatlıoğlu, Atilla Atasoy ve en "Baba" sanatçımız Nükhet Duru ile kutluyor.. Niye "En Baba" Nükhet.. Gerçek dost da ondan.. Çağırdık mı, iki eli kanda olsa, koşar gelir.. Çağırmayalım diye kırk yıllık dostluğumuza sırt çeviren, telefonlarımıza çıkmayan, geri dönenler sıraya girmişken. Telepazar, bana dostlarımın gerçek yüzlerini tanıma fırsatını verdi. Çok sevmemin bir sebebi de bu..

Erol Büyükburç da öyle.. Bir telefon yeter.. Geçen hafta bana bir kazık attı. "Hıncal bu şarkıyı çok sever, ille de istedi" diye, adını ilk defa duyduğum maydanoz bir şarkı söyledi.. El Toro.. Dinleyen de şaştı her halde, bu şarkının nesini sevdim diye..

Sevmedim ki..

Benim şarkım, Erol'un her konserinde Ankara Büyük Sinemayı yıkan El Matador.. Ya hatırlamamış, ya bulamamış.. Borcun devam ediyor Erol.. El Matador'u Telepazar'da söylemeden elimden kurtulamazsın.

Okulara çok önem veriyoruz.

Bu hafta Yalova Öncü Koleji Bale gurubu ve Bilfen Koleji'nin müthiş keman orkestrası var.

Tabii Uğurkansız olmaz.. Prestij koleksiyonuna bayılacaksınız.. Tuğba Karaca, Yüksel Ak, Burcu Kutluk, Sinem Öztufan, Gizem Damga, Berna Uçkun, Sanem Balcı, Ayçin İnci, Bilge Kara..

Barbaros Talı ve arkadaşları geçen hafta Slovakya- Türkiye maçının hiçbir gazete ve televizyonda rastlamadığınız bir analizini yaptılar. Adeta ders verdiler, bir maç yorumu nasıl yapılır diye..

Bu hafta da Makedonya maçını bu harika ekipten izleyeceksiniz.

Artık iddia ediyorum.. Telepazar Türkiye'nin rakipsiz, benzersiz programı..

Neşeli, eğlenceli, öğretici, bilgilendirici, faydalı..

15.30'da başlıyoruz.

Pazar neÅŸesi
Pazar Neşemiz Yıldırım Tuna'dan

Muayenehanedeki kadın, "Doktor öp beni!" demiş..

Doktor kadına bakıp,"Etik kurallara aykırı sizi öpemem!" demiş..

Aradan 20 dakika geçmiş, kadın tekrar, "Doktor lütfen öp beni!" diye inlemiş.."

Doktor gene nazikçe reddetmis, "Doktorunuz olarak sizi mümkün değil öpemem!" diye..

15 dakika daha geçmiş, kadın yalvarmış "Doktor, Doktor lütfen öp..Şimdi öp.." diye..

"Bakın!" demiş Doktor "Özür dilerim sizi öpemem.. Aslında doğruyu söylemek gerekirse sizi şu anda sizinle yatıyor da olmamalıydım.."

SEVDİĞİM LAFLAR
"Babalar gününün anneler gününden farkı, alınan hediyelerin biraz daha ucuz olmasıdır."

Gill Hayes

(Teşekkürler S. Fırat)


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, Bilgin Elektronik Yayıncılık ve İletişim A.Ş. - Tüm hakları saklıdır