kapat
07.03.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Tamam sahip

Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in CNN Türk'te, Mehmet Ali Birand'a söylediği "Kamplaşıyoruz. Bu çok tehlikeli. Geleceğimiz zarar görüyor. Bazı adımlar atmıştık, şimdi geri dönüyoruz" sözleri bağlamında birkaç satır...

Acaba, Cem'in bahsettiği gibi, bir imparatorluk kaybetme psikozu içinde, herkesi kendimize düşman zannetme hastalığına mı yakalandık...

Yani "zenofobikleştik" mi?

Sanmam!..

Neden mi?

Anlatayım...

İDEAL DEMOKRASİ

Öncelikle...

ANAP Milletvekili Kamran İnan'ın sözleri:

"Almanya'da yakın bir geçmişe kadar Komünist Parti kurulamıyordu...

Bu uygulama daha sonra kalktı...

Ama, Faşist Parti hala kurulamıyor.. Çünkü Almanya'nın yaşadığı bir tecrübesi var. Bu yüzden tedbirini almak istiyor.

Her milletin kendi tarihinden kaynaklanan tehdit ve tehlikeleri vardır. Bu yüzden de ona göre tedbirini alıyor.

Oysa...

Türkiye'de demokrasi sınırsızlık olarak algılanıyor...

Hürriyetlerin çok hoşuma giden bir tarifi vardır:

'Başkasının hürriyetinin başladığı noktada sizinki biter!'

Bu bir kültür ve ekonomik güç meselesidir...

Dikkat edilirse sağlıklı demokrasinin işlediği ülkelerde, fert başına minimum milli gelir 10 bin dolar ve yukarısıdır...

1500 dolara bundan daha iyi bir demokrasi bulamazsınız...

Ayrıca Türkiye'deki demokrasi henüz çok genç...

Şunu da unutmamak lazım, Batı ülkelerinin çoğunun coğrafyası ve stratejik konumu Türkiye'yle çok farklı...

Onların demokrasilerini direkt tehdit eden yakın komşuları yok...

Halbuki bizim bütün komşularımız ülkemizde demokrasi ve hürriyetlerin mevcudiyetinden rahatsız oluyor. Üstelik onu yıkmak ve istikrarsızlığa götürmek için de ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

Siz Avrupa'nın damında -İsveç'te- oturacaksınız, sonra herkes 'Benim gibi olsun' diyeceksiniz.

Gelsinler bir sene burada otursunlar da uygulasınlar bakalım. Sonuçta, demokrasi, ülkesine göre değişir. Ancak bizde değişmeyen ve tedavisi mümkün olmayan bir hastalık var: Konu demokrasi ise anladığımız hemen Batı oluyor, oysa bunun ideali yok!"

Cumhuriyet'in Başyazarı İlhan Selçuk da dün, "Kafayı vestiyere bırakmayalım" başlıklı yazısında, benzer noktalara dikkat çekiyordu...

EBEDİ DOSTLUKLAR

Bu bakımdan...

Türkiye'nin içinde bulunduğu zorlu coğrafya ve hassas durumdan kaynaklanan... Bazı çekinceleri seslendirmesi neden "kamplaşma" olsun ki!

Türkiye'yi bu zorlu viraja "Ya gireceğiz, ya gireceğiz" mantığı ile gelmedi mi?

O kafa, masadaki tüm pazarlık kozlarımızı bir bir yok etti...

Hitler, nadir doğru söylediği sözlerden birinde şöyle der:

"Devletlerin dostu yoktur, çıkarları vardır!"

Benzer sözleri barışçı, laik kardinal Richleau da söylemiştir...

Yoksa...

Gerçek dünya düzeninden herkesin haberi var...

Devletlerin güçlerine göre pay aldıkları, çıkarlar skalasının farkında olmamak mümkün mü?

Üniter devletler ortaya çıkmadan önce de bu böyleydi...

Bundan sonra da böyle olacak...

Kimsenin bu gerçeğe sırtını dönmesi mümkün değil!

Diplomasi dediğimiz oyun da, bu skaladaki payın, her devletin gücüne göre almasını temin etmek için vardır...

ESKİMEYEN HASTALIK

Ki...

Türkiye'nin de, AB'nin yerine getirmemizi istediği bazı istekler için, "Çıkarlarımıza uygun değildir" demesinin neresi yanlış...

Maalesefki, eskiden beri kendimizi küçük görme gibi büyük bir hastalığımız var!

Avrupalıya hayranlık...

Jön Türkler'den, Tanzimat döneminden kalma bir kompleks bu!

Bu küçüklük duygusu, bu hayranlık hatta sömürge olmaktan yeni yeni kurtulan Afrikalılar'da bile hızla azalırken...

Bizim hala yerimizde saymamıza bir anlam vermek mümkün değil...

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu zinciri kıran iki büyük Türk vardı:

Biri Atatürk...

Diğeri Özal...

Bu iki büyük insanın, Anadolu insanına neler verdiği ortada...

Atatürk, Türk insanını 19. yüzyıldan 20. yüzyıla...

Özal da 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşırken, Anadolu insanına ve onun özüne inanıyor ve güveniyorlardı...

"Ne mutlu Türküm diyene" sözü, bunun sembolüdür...

İnanıyorum ki, Atatürk de Özal da bugün hayatta olsalardı, onlar da Türkiye'nin AB içinde yer almasını isterlerdi...

Ama bu şartlarla değil...

Kanımca, İsmail Cem'in de bunu anlaması gerekiyor...

Her şeye bir köle gibi "Tamam sahip!" diyerek hareket etmenin bir mantığı yok!



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır