kapat
08.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
OKAY GÖNENSİN(ogonensin@sabah.com.tr )

Sansür, oto-sansür

Amerikan toplumu, kendisini "savaşan taraf" olarak görmeye başlayınca, ilk sonuçlar medyada yaşandı.

Üç büyük ulusal TV kanalından biri olan ABC'nin mizah programı "Politically Incorrect"in sunucusu Bill Mahler, "savaş ruhu"nun ilk kurbanı oldu. Mahler, 17 Eylül gecesi şu cümleleri söyledi: "Bizim iki bin mil uzağa füzeler göndermemiz korkaklıktır... Bir binaya vuran uçağın içinde bilerek bulunmak, ne derseniz deyin korkaklık değildir..."

Bu iki cümle üzerine ABD'nin iki büyük reklamvereni reklamları durdurdu, Beyaz Saray'ın Basın Sözcüsü sunucuyu kınadı, yerel kanallar programı yayınlamayı reddetti. Ve Mahler'in programı ekrana veda etti.

Teksas'ta yayınlanan Texas Citysun ve Oregon'da yayınlanan Daily Courier gazetelerinin iki yazarı da, sütunlarında 11 Eylül sonrasında Bush'un tutumunu eleştirdikleri için işlerinden oldular.

USA Today gazetesi de, Afganistan ve çevresindeki Amerikan askeri güçleriyle ilgili bir haber yayınladığı için ağır saldırılara uğradı.

Vietnam savaşında, Amerikan medyası siyasi iktidarın karşısında tam bir karşı iktidar oluşturmuş, tümüyle bağımsız davranabilmiş ve mücadeleden galip çıkmıştı. Bu defa ise, toplumsal duyarlılık tümüyle yönetimin yanındadır ve hiçbir farklı sese açık kapı bırakılmamaya çalışılmaktadır.

Propaganda ve gazeteci
Amerikan medyasının bir bölümü tümüyle "savaşçı cephe"nin parçası olarak davranırken, medyanın bağımsızlığını koruması konusunda kaygılı olanlar seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

New York'un "entelektüel" gazetesi Village Voice geçen hafta şöyle yazdı: "Amerika'da birşeyler daha yanıyor, ama bu kez yanan World Trade Center değildir; anayasanın, düşünce özgürlüğünü güvence altına alan birinci maddesidir..."

Amerikan medyasında sansür tartışmasını alevlendiren, Voice of America'nın Tâlibân lideri Molla Ömer ile röportajı oldu. Dışişleri röportajın yayınlanmasına karşı çıktı, Voice of America yönetimi direndi, sonunda dört dakikalık özet yayınlandı.

Voice of America (VOA) 1942'de doğrudan propaganda radyosu olarak kurulmuş ve 1999'a kadar Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olarak çalışmıştır. 1999'da idari özerkliğini almıştır, ama 131 milyon dolarlık bütçesinin tümü devlet tarafından karşılanmaktadır.

Molla Ömer röportajı dolayısıyla hem sansür meselesi hem de gazetecinin propaganda aracı olmaması ilkesi tartışıldı. Bu tartışma, iki boyutuyla da Türkiye'de, 1990'lardaki bir dizi "Öcalan röportajı" dolayısıyla yapılmıştır.

Hangi gazeteci, nasıl soru?
Sansür, yani devlet yetkililerinin bir yayına, gerçekleşmesinden önce müdahale etmesi, yasak koyması demokrasinin temel ilkelerine aykırıdır. İngiltere'de en sıcak savaş dönemlerinde yine bir devlet kuruluşu olan BBC, İrlanda Kurtuluş Ordusu sözcülerine yıllarca "yasak" uygulamış, sonunda bağlı olduğu Dışişleri Bakanlığı'nın baskısına rağmen yasağı kendi çabasıyla kaldırmıştır.

Silahlı bir örgütün lideriyle, onların koyduğu koşullar içinde ve hayati tehlike bile söz konusuyken yapılmış bir röportajın gazetecilik bağımsızlığı açısından niteliği tartışmalıdır. Çevre silahlı kişilerle doluyken, görüşme yerine silahlı kişiler tarafından gözleri bağlı götürülmüş bir gazeteci herşeyi sorabilir mi?

Molla Ömer benzeri röportajlar dolayısıyla tekrar gündeme gelen bir konu da röportajı yapan gazetecinin konuya hakimiyeti meselesidir. "Molla Ömer'ler" hangi giyim altında olurlarsa olsunlar, doğru soruları soracaklarını bildikleri gazetecilerle değil, kendi istedikleri soruları soracak gazetecilerle görüşürler.

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır