Biri:
- Öğrenmekle olmaz, duymakla olur, dedi.
Öteki:
- Nasıl? dedi.
- Duyacaksın kardeşim, duyacaksın, şüpheyi duyacaksın, enayilikleri duyacaksın, yüksek sesle söylediğin zaman herkesin ters bakacağından emin olacağın şeyleri duyacaksın...
Öteki:
- Nasıl? diyordu.
- Avrupalı, İsa için ne diyor biliyor musun?
- Ne diyor?
- Hayaller gören, kendinde kuvvetler vehmeden, kadınımsı, meczup bir paranoyaktır. Zamanımızda yaşasaydı akıl hastanesine koyarlardı... diyor. Sonra Avrupalı, papazıyla alay edebiliyor.
Öteki:
- Ya, dedi, nasıl ediyormuş bakalım alay?..
- Bizim papazlar kilise hizmetçileriyle neler yapmazlar, sade kilise hizmetçileriyle değil, birbirleriyle de... diyor Avrupalı. Meryem'le alay ediyor, Papa'yla alay ediyor; sert bakışlı kumandanlar var ya, onlarla bile alay ediyor.
Öteki:
- Allah Allah, dedi, demek kumandanla da...
- Evet ya, kumandanla da... Meselâ bir şiir düzenliyor. Asker, kasketini kafese, kuşu da başına koyup öyle çıkmış sokağa... Sokakta kumandan: "Ne o, demiş, selam vermek yok mu artık." Kuş: "Hayır demiş selam vermek yok artık." Kumandan: "Afedersiniz, demiş, ben var sanıyordum da..." Kuş: "Zararı yok, demiş, insan dediğin yanılabilir."
Öteki çok şaştı bu işe:
- Demek asker kasketini kafese koymuş, kuşu da başına... Peki kumandan askeri dövmemiş mi?
- Dövmemiş... Baksana; kuşa "selam vermek yok mu" demiş. Kuş da, "yok" deyince; affedersiniz, demiş. Ve kuş, mâzur görmüş kumandanı, "herkes yanılabilir" diye...
- Hem İsa ile, hem papazlar ile, hem kumandanla alay... Meryem'le alay. Papa'yla alay... Neye yarıyor bu kadar alay?
- Düşünmeye...
Ötekinin aklı almadı bu sözleri... Öğrenmekle olmaz, duymakla olur, ne demekti? Nerden çıkıyordu düşünmekle alayın ilgisi?.. Düşünmek ciddi bir işti, alay ise hafif bir iş...
Beriki:
- İsa, papazlar, Meryem ciddi işler mi; yoksa hafif işler mi; diye soruyordu.
Öteki:
- Sen yalan söylüyorsun, dedi; beni saf buldun yutturuyorsun. Asker, kafasına kuşu koyup öyle çıksa sokağa, kuş uçmaz mı?
- Şairin kuşu bu; kumandanı kızdırmak için...
- Kızmamış ki kumandan, özür dilemiş kuştan...
- Nasıl kuş, şairin kuşu olduğu için uçmuyorsa; kumandan da, şairin kumandanı olduğu için kızmıyor...
- Ama aslında kuş uçar ve kumandan kızar...
- İyi ya şair tersini yazıyor; tersi olsa bir an, diye düşünüyor. Gerçekteki suniliğe şiir katıyor; tabiat katıyor, tadını çıkarıyor...
Öteki:
- Avrupalı olmak için böyle mi yapmak gerek? dedi...
Beriki:
- Bu ihtiyacı duymak ve bu ihtiyacı duyanları da, hoşgörü ile kabul etmek gerek, dedi.
Öteki:
- Ne var bunda? dedi, ben de İsa ile, papazlar ile, Avrupa'daki kumandan ile, Meryem ile, Papa ile alay ederim ve herkes burada hoşgörür bunu...
Ve başladı alay etmeye:
- Hahaha İsa; İsa budalanın biriydi be; şimdi yaşasa, peygamberim dedikçe, peşine çocuklar takılırdı. Papazlar ise, bilirsin papaz hikâyelerini... Bir tanesi seçimi kazanmak için, şeyine bal sürmüş de... Ben olsam, o Avrupa kumandanının başına koyardım kuşu... Meryem bâkire değil ki, şehrin şey kadını...
Ve sordu arkasından:
- Avrupalı olduk mu? diye...
Beriki gülümsedi:
- Hayır! dedi.
Öteki dudağını büktü:
- Hiçbir şey anlamadım, dedi.
Not: 30 yıl önce yazılmış bir yazı... Aziz Nesin'in "Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı" antolojisinden...