kapat
05.10.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
İLKER SARIER(isarier@sabah.com.tr )

Bizi kim yönetsin?

Son sözümü baştan söyleyim: Biz yönetmeyelim de şu ülkeyi, kim yönetirse yönetsin...

Türkiye'nin "gerçek kurtuluşu" için bir tek çözüm kaldı.

Kesinlikle Türkler tarafından yönetilmemek...

Kollarını sivrisinek ısırsa Amerika'dan ve emperyalizmden bilecek eski tüfekler, istedikleri kadar "ulusal bağımsızlık" diye bağırabilirler.

Serbest!

Nasılsa, bu slogan ile kendi zavallı "zekalarını" deşifre etmiş olduklarının da farkında değiller...

Çünkü, "vatanseverlik" ile "bağımsızlıkçılık" arasındaki bağıntının "ters döndüğünün" farkında değiller...

Bunu kavrayabilmek için hatırı sayılır bir IQ'ye sahip olmak gerektiğinin de...

Öyle ortalamanın altında seviyelerle kotarılacak bir mesele değil, bu "ters orantı" işi...

Tanrı'nın verdiği IQ yetersizse eğer, "ulusal bağımsızlık" teranesi altında, milletin yerli haramiler tarafından soyulup soğana çevrilmesine razı olmuş, göz yummuş hatta çanak tutmuş olduğunu anlayamıyorsun, elinde olmadan...

IQ yeterli değilse eğer, uluslararası hukuk, demokrasi ve insan hakları doktrinlerinin, seni, üçüncü sınıf bir üçüncü dünya ülkesi olmak yerine, kişilikli bir birinci dünya ülkesi olmaya davet ettiğini anlayamıyorsun, elinde olmadan...

Ve IQ'un yetmediği için de, büyük bir ezilmişlik ruhuyla, dünyadaki herkesin seni sömürmek istediği zehabına kapılıyorsun.

Demokrasisi ve ekonomisi tıkır tıkır işleyen kişilikli bir ülkenin kendini sömürtmeden de yaşayabileceğini hafsalan bile almıyor.

Kimseyle "eşit dengeler" üzerinde de, "ortaklıklar ve ittifaklar" kurulabileceğini bilmiyorsun, anlayamıyorsun...

Olaylara, sadece "aman bizi sömürmesinler" şeklinde bakıyorsun...

Bütün dünyanın bizi sömürmek için yaşadığını sanıyorsun, paranoya esareti altında inliyorsun.

Peki, gel o zaman biz de başkalarını sömürelim!

Hayır ona da yanaşmak istemiyorsun, çünkü sömürmek için de, çalışmak, büyümek, güç ve başarı gerekiyor.

Sende de o yok!

O yüzden sadece teslim olup çanak tutuyorsun:

Türkler'i ancak Türkler soyabilir!

Eh olan da o zaten...

Dünyada demokrasinin ulaştığı noktayı, uluslararası hukuku, dünya kamuoyunu, dünya ticaretinde ulusal sınırların giderek silinmekte olduğunu kavrayamıyorsun.

Bu globalleşmede, gerçek yerimizi alamazsak, itilmiş ve kakılmış olarak kalacağımızı kestiremiyorsun.

Kendine güvenmiyor, herkesten korkuyor, herşeyden kıl kapıyorsun...

70 milyonluk ülkeyi, basit bir kabile mertebesinde, üç beş yerli harami tarafından soyulmaya terk ediyorsun.

Bense diyorum ki, dünyaya alabildiğini açılıp, bizimle iş yapmak isteyen herkese ortak olalım.

Çılgınca cesur, girişimci ve çalışkan olalım.

O yüzden, göğsümü gere gere söylüyorum.

Kefeni yırtıncaya kadar, ne kadar bir süre gerekiyorsa, Türkiye'nin yönetimini, yabancı bir konsorsiyuma verelim.

İlle bu milletten, şu milletten demiyorum...

Ülkelerini düze çıkartmış, insanlarını zenginliğe kavuşturmuş memleketlerden bir konsorsiyum olabilir.

Nasıl köprü, baraj, tünel yaptırıyoruz.

Alın hemşerim, bizi şu kadar süreyle yönetin, bütün yasal reformları yapın, sorunları çözün, köklü önlemleri alın, ne kadar çalışmamız gerektiğini söyleyin, bizi kurtarın...

Ülkelerinize giderken, borcumuz neyse verelim.

Ama Türkiye kurtulmuş olsun!

Bence vallahi çok daha çabuk kurtuluruz.

Demirel döner mi?
Demirel, siyasete döner mi, diye sormuyorum, siyasete farklı bir platformda devam ediyor zaten...

Yönetime döner mi?

Talip olur mu, rakiplerinin anasını yine ağlatır mı, şak diye de başbakan olur mu?

Benim kişisel tecrübem diyor ki:

Fırsatını bulsun anında döner... O saniye, sanki hiç ara vermemiş gibi, girer olayın içine...

Hatta, içinden Ecevit'e büyük şükran duyguları besleyerek, gevrek gevrek gülerek yapar bunu...

Hele bir de başbakan olsun, seyreyleyin siz Demirel'i...

"Bu memleketi tekrardan bana muhtaç hale getirdiniz ya, hepinize helal olsun" diyerek kolları sıvar, neler yapacaksa yapar...

Ama Türkiye Demirel'e döner mi, işte orasını bilemem...

Türkiye, "Allahaşkına gel Baba, yandık bittik, tükendik. Al yönetimi, kurtar bizi, istersen, döv, istersen sev... Ben bile kendimin bu kadar beceriksiz, yeteneksiz ve çapsız olduğumuz kestirememişim, binlerce özür dilerim. Yeter ki, beni kırma, gel yönet" der mi bilemem...

Hülasa...

Demirel'den eminim de, Türkiye'den emin değilim...

Düşünmek serbest mi?
Yıllarca anayasa değişikliği diye bağırmış, sivil ve demokratik bir anayasa olmadan bir arpa boyu gidilemeyeceğini yazmış biri olarak, Meclis'in bir hafta içinde gösterdiği müthiş performans, itiraf ediyorum, bendenizi büyük bir çelişkiye düşürdü.

Şu ekonomik kriz içine sürüklenmeseydik, yüzbinlerce, milyonlarca insan inim inim inliyor olmasaydı, şirketler birbirini ardına gümlemeseydi, işssizlik çığ gibi artmasaydı...

Bu değişiklikleri yapan Hükümeti ve parlamentoyu, ellerim patlayana kadar alkışlardım.

Şimdi ise tebrik etmekle beraber, büyük gölgeyi işaret etmeden geçemiyorum.

Ekonomik kriz, bu "demokratik başarıyı" gölgelemiştir. Gölgelemektedir.

Öyle bir kriz içinde yaşıyoruz ki, "dokunulmazlık" ve "maaş ayarlamaları" gibi biçimsizliklere değinmeyi gereksiz bile bulyorum.

Kriz çok önemli...

Altedilmezse eğer, demokratik anayasayı hazmetmekte hayli güçlük çekeceğiz.

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır