Hegemonyacıların, silah tüccarlarının ve psikopatların dışında hiç kimse savaşa evet demez.
Fakat, büyük dünya satrancı birçok ülkeyi "de facto" savaş içine sokabiliyor.
Kaldı ki bugün, her zamandan daha açık biçimde savaştan söz ediliyor.
Biliyoruz ki savaşlarda, aktörler kazanır, figüranlar yanar.
Şu anda gündeme gelen pozisyona dikkat ediniz:
Türkiye karargah olabilir!
Öyleyse soralım:
Türkiye ciddi bir savaşa hazır mı?
Savaş, ne atari ne de çelik çomak oyunu!
Aylardır ekonomik çöküntü ve faiz terörü altında inim inim inlediğimizi, milyarlarca dolar borç altında olduğumuzu bir yana bırakın.
Ya bir savaşla yüzyüze kalırsak ne olacak, ne yapacağız?
Ciddi meseleleri son anda tartışmaya alışkınız ama bu defa öyle yapmayalım.
Bu meseleyi cidden düşünelim.
Öyle şartlar olur ki hümanistlikle yırtamazsınız.
Birinci dünya savaşına balıklama atladık, perişan çıktık.
İkinci dünya savaşına girmedik, kurnazlık yaptık, gene perişan çıktık.
Bir üçüncü dünya savaşı patlayacaksa, hangi "hali" tercih edeceğiz?
Veya yine çırak mı çıkacağız?
Artık oldu-bitti istemiyoruz.
Biz kendimizi her türlü ihtimale hazır tutalım da, aman savaş çıkmasın diye de elimizden geleni yine yapalım.
Hülasa, uyumayalım.
Etkin diplomasi temel kural ama kaçınılmazlık da bir olasılık.
Tufaya gelmek de bir olasılık.
Ne kokar ne bulaşır politika ile çırak çıkmak da bir olasılık.
10 yıldır "özelleştirme" çizgisinde geriye sayıp, demokratikleşmede iki adım ileri bir adım geri sistemiyle, koca Türkiye'nin getirildiği şu perişan noktayı yüreğimin içinde hissettiğim için, büyük bir altüst oluş halinde, daha da büyük bir yumruk yiyecek olmamız ihtimalinden endişeleniyorum.
Birileri, benim ülkem için "karargah" kelimesini telaffuz ediyorsa, savaşa hazır olup olmadığımızı düşünmenin zamanı çoktan gelmiş olsa gerektir.
Savaşa hazır olmak, bunun planları içinde bulunmak, güçlerimizi ve eksiklerimizi farkında olmak başka şey, savaş istemek başka şey.
Savaştan en kolay kaçınacak toplumlar savaşa en hazır toplumlardır.
Her zaman olduğu gibi en ciddi sorunlarımızı Marslılar'a bırakmaktan vazgeçmeliyiz.
Yer gök sarsılıyor. Dünya politikaları, sınırlar, savaşlar, ittifaklar tartışılıyor.
İyi ama, politik partilerimizin "duruşları" nedir, hiç bilmiyoruz?
Bilen duyan var da biz mi duymadık?
Bir siyasi parti, böylesi önemli bir gelişme karşısında, düşünce, değerlendirme ve yaklaşım tespit etmeyecek de, ne zaman edecek?
Bu partiler, hepsi de, ülkeyi yönetmek için var değil mi?
Yoksa bizim partiler, sadece devlet bankalarının ve KİT'lerin paylaşımında mı etkin faaliyet gösterecekler?
Sadece taban fiyat boğazlaşması mı yapacaklar?
Gazeteciler gırtlak gırtlağa tartışıyor, siyasetçilerde çıt yok!
Vah benim "apolitik" siyasi partilerim!
Sevsinler sizi!
Yüzyıllar süren sömürü ile de pekişen Batı sermayesi, İkinci dünya harbinden sonra geliştirdiği yüksek teknoloji ile çağ atlarken, üçüncü dünyayı ihmal etti.
Kendi topraklarında demokrasiyi kurdu, hukuku ve insan haklarını yerleştirdi.
Yani bu "dersler"den Haziran'da geçti.
Ama demokrasiyi "kırlara" taşıma dersinden ikmale kaldı..
Hatta yaygın "antidemokrasi"yi düne kadar çıkarları için kullandı. Hala da kullanıyor.
Ama şimdi ikmal sınavı geldi çattı.
Bildiğiniz gibi ikmal sınavları Eylül'de yapılır!
Bu saldırının Eylül'e isabet etmiş olması yoksa ilahi bir tesadüf mü?