kapat
21.08.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.sahibinden.com
Dünyadan
Spor

www.limasollu.com
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Peşte'den sürpriz dönüş..

Bugün köşe kapalı olacaktı.. Öyle demiştik.. Çünkü Budapeşte'den pazartesi günü dönecektik.. Ama öylesine felaket bir organizasyon ve ağırlama ile karşılandık ki, bir gün evvel uçak bulunca, arkamıza bakmadan kaçtık..

Dillere destan Budapeşte'yi daha evvel bir türlü görmemiştim. Ekran başında nefesim kesilerek izlediğim Formula 1 yarışlarını da bir kere içinden, çıplak gözle seyretmek fikri bana cazip gelmişti. Davet eden de, yarışların en büyük sponsorlarından biri TagHeuer olunca, fazla düşünmedik "Evet" demek için..

Demez olaydık..

Otelimiz, sözüm ona Budapeşte'nin en pahalı semtinde.. Laf ola.. Şehir, yaşam, bizden kilometrelerce ötede.. Biz Allahın unuttuğu bir dağın başındayız. Şehir merkezine gitmek isterseniz, taksi.. Taksiler burada da, Prag'daki gibi korsan.. Otelden sağlam taksiye biniyorsunuz ama, dönüş Allaha emanet.. Zaten öyle bir program yapmışlar ki, fazla vaktiniz de yok. Ancak şehir merkezinde bir otelde kalmalısınız ki, etrafa yarım saat bakabilesiniz.

Otel, üçüncü sınıf.. Odamız tavan arasında.. Yatağın sağ tarafından kalkarsanız, kafanız tavana vuruyor.. O yana eğik çünkü.. İnce uzun bir koridoru oda yapmışlar. Yatak bir uçta.. Üzerinde televizyon olan komodin, öte yanda. Televizyon en ufak boy. Yani yatakta seyretme şansınız yok. Odada koltuk falan da yok. Tek mobilya, bir tahta sandalye.. Onda da oturmak mümkün değil.. Banyoda el yıkayacak sabun yok. Olsa da zor.. Çünkü, lavabonun musluğu damla damla akıyor.. Buna karşılık sifonu çektiniz mi, banyoyu sular basıyor.

Efendim, bu hafta sonu, Peşte'ye, bu yarış için 250 bin kişi geliyormuş da.. Yer bulmak zormuş da.. Palavra tabii.. Bu yarış da, bu davet de bir yıl önceden planlı.. Bizim gibi davetli Yunanlı dostumuz, iki kızını da almış gelmiş.. O beş yıldızlık de luxe otelde ağırlanıyor, kent merkezinde..

Cuma öğleden sonra, dandikten bir şehir turu yaptırdılar..

Cumartesi sabahı, sıralama turlarını izlemek üzere, piste gittik.. Asıl felaket orda bizi bekliyormuş meğer..

Biz buraya, bu yarışı izlemek için geldik, ama bize ayrılan yerden mümkün değil.. Tribünün en ön sırası.. Önümüzde iki sıra tel örgü var.. Sağdan bir şey göremiyorsunuz. Soldan bir şey göremiyorsunuz. Önünüzden beş saniye "Vızzzt" diye bir araba geçiyor.. Çifte tel örgüler arasından ne görebilirseniz artık.. Kim geçiyor, niye geçiyor, o da belli değil.. Olup biteni ancak karşıdaki büyük ekrandan takip edebilirsiniz.. Ama şansa bakın bizim karşımızda ekran da yok.. En yakın ekran, yazıları okunmayacak kadar uzak ve yanda..

Felaket bir sıcak, gölgede 35 derece kavuruyor.. Karşıda "Paddock Club" var.. VIP locası.. Hem piste tepeden bakıyor, hem de masa başı TV monitörlerinden durumu anlamanız mümkün.. Burada konuklar en lüks şekilde ağırlanıyorlar.. TagHeuer Yunanlı dostumuz ve kızlarını burada konuk ediyor.. Türkler'in canı cehenneme..

Yooo beyler!.

Bu iş o kadar kolay değil.. Ben bu yarışı canımın istediği zaman, gazetemin işbirliği ile basın, ya da TV locasından, en iyi koşullarda izler, canımın istediği otelde de kalırım. Sizin davetinizi kabul etmem, sizin bana değil, benim size lütfumdur. Birisini çağırırken bunu aklınızdan çıkarmayın.. Avanta gezi uğruna her türlü züle razı gazeteci devri geçti. En azından benim için geçti.. Hele hele iki ayrı ulustan çağırdığınız konuklar arasında kafanıza göre ayrıcalık yapmaya sakın kalkmayın. Birine lord, ötekine köle muamelesi yaparsanız, kaş yapayım derken göz çıkarırsınız..

TagHeuer, bana hayatımın en kötü hafta sonlarından birini geçirtti. Bundan sonra bu markayı duymak isteyeceğimi sanmıyorum..

Burada bir parantez açmak isterim.. Bu gezinin benim için en keyifli yanı, bu davete aracılık eden TagHeuer Türkiye temsilcisi Cent Uğurdağ'ı tanımak oldu. Cent (Türkistan'da bir kentin adı imiş, Cent..) yapılan yanlışı düzeltebilmek için çırpındı durdu.. Ama elinden gelen fazla bir şey yoktu.. Sonunda o da pes etti.. "Hıncal Ağabey, burada daha fazla kalmanın anlamı yok. Sen istersen yarın dön" dedi.. Sırf onun hatrı için bu işkenceye tahammül ediyordum, zaten.. Hemen Türk Hava Yollarını aradık. Yer bulduk.. Formula 1 Macaristan Grand Prix'isini de, hava alanındaki THY locasında, büyük ekranda, buzlu içeceklerimizi yudumlayarak, keyif içinde başından sonuna izledik.

Teşekkürler THY.. Bu gezinin en güzel yanıydı, bizim şirketimiz..

Yarın, bir iki satır, görebildiğim Budapeşte'yi yazacağım..

Bravo kere bravo!..
Kültür Bakanlığına, bravo kere bravo!.. Dünya güzeli müzelerimizi, benzeri olmayan hazinelerimizi ve emsalsiz tarihi yerlerimizi bugüne kadar "Turizm" adına üç otuz paraya adeta peşkeş çekiyor, bedavaya tüketiyorduk..

1 Ocak 2002'den itibaren bu sömürü bitecek.. Buraları görmek isteyen konuklar, adam gibi para ödeyip girecekler.. 1 dolardan 100 kişiyi doldurup, ortamı leşe çevirme yerine, 10 dolardan 10 kişi alıp, adam gibi gezdirecek ve gene ayni parayı kazanacağız.

Bu kararı alanları yürekten kutluyorum..

Topkapı sarayını gezerken kahroluyordum her defasında.. O dünyada eşi olmayan hazineyi görmek için 5 milyon, yani 3.5 dolar alıyoruz. Olacak şey değil.. Eloğlu, 100 metre kare içine, iki taş, iki resim koymuş, 15 dolar keserken ülkesinde.. Yanınızda fotoğraf makinası varsa, onun içinde ayrı para ödeyerek..

Yurt dışında benim kadar müze gezen yoktur. Fiatları biliyorum.. Onların yanında bizimkiler bedavaydı..

Malımızın kıymetini nihayet bilmeye başladık. Onu ucuza pazarlamanın, ayağa düşürmenin akıllıca olmadığını nihayet gördük..

Tabii, turizm acentelerinin bazıları ve de müze gezdirerek para kazananlar bu işten memnun kalmayacaklar. Kararın değiştirilmesi için baskı yapacaklar.

Kültür Bakanlığı direnmeli. Türkiye'nin benzersiz değerlerinin turizm adı altında ucuz tüketilmesine artık son verilmeli..

Biraz daha gayret!..
Mete Efendioğlu için bir kampanya açmıştım. Pırıl pırıl bir delikanlı. Baktığınızda yakışıklı, aslan gibi.. Ve de adı ona nasıl yakışıyor. Tam bir efendi..

Ama görünüş sizi aldatmasın.. Mete'nin sorunu, böbrek.. 14 yıldır çekiyor.. Doktorlar "Artık böbrek nakli şart" deyince, işler çatallaştı.. 30 milyar gerek..

Bu köşede yazıyorum, yardım için..

Damlaya damlaya göl oluyor. Şu ana kadar 7 milyara ulaştık. Yani dörtte birine..

23 milyara daha ihtiyacımız var.. Bu aslında toplanmayacak para değil.. 250 milyon verecek 100 kişi yeter.. Ya da 100 milyon verecek 250 kişi.. Ya da 10 milyon yollayacak 2500 hamiyetli insanın olmadığını söylemeyin bana Türkiye'de..

Bu parayı denkleştirecek ve bir hayatı kurtaracağız. Başarmamız gerek..

İş Bankası Güneşli Şubesi.

Hesap no 121 220 16698

(Böbrek için)

Bir Tavsiye
Zamanın kanına girmek!.. Ya da "Kanlı adalet!"

Phillip Margolin'in geçen yıl yayınlanan "Wild Justice-Vahşi Adalet" adlı kitabını Beyaz Balina Yayınları tutmuş "Kanlı Adalet" diye tercüme ederek, piyasaya sürmüş!!

Ve de.. Kitabın takdimi şöyle yapılmış:

"Kuzuların sessizliği kadar vahşi.. Thomas Harris"

"Thomas Harris'in Sapık'ından bu yana okuduğum en korkutucu kitap. Elimden bırakamadım. Michael Palmer"

Kim Michael Palmer? NewYork Times'de bestseller olan "Miracle Cure" ve "The Patient"in yazarı...

Ortada bir kaç ihtimal var:

Bir: Ya Thomas Harris ve Michael Palmer son derece nazik insanlar. Centilmenlik gösterisine girip, bir meslekdaşlarını kolluyorlar.

İki: Veya bu iki yazar, daha iyilerini yazıp kendilerine rakip olmasın diye Margonlin'i ve Kanlı Adalet'i pohpohluyorlar!

Üç: Ya da Amerikalılar artık gerilim üzerine yeni şeyler yaratma kabiliyetlerini kaybetmişler!.

Dört: Ve nihayet Beyaz Balina Yayınları, çapariyle balina avına çıkmış, av bekliyor!

İnsan, yaz aylarının bu sıcağında, gece ve gündüz, çok klasikleşmiş, çok sıradan öğelerle dolu 424 sayfalık Kanlı Adalet'i okurken doğrusu ya, korkunun da gerilimin de ancak keçiboynuzu tadını duyabiliyor!

Bunca yıldır en hoşlandığım birkaç roman türünden biri olan gerilimin bunca çok iyi yazarı ve eseri varken, Phillip Margolin'in sıradan romanına esir olmak, doğrusu ya kitaptaki işkence sahneleri kadar, azap verici!

Vasatın üstündeki tercüme üslubuna rağmen, iştahla başlanan ve sonuna zor gelinen bir kitap!

İlk bölümdeki mahkeme sayfaları da olmasa, "Bu kitap da neden yazılmış" demek mümkün!

Kitabın yarısını geçince "sadist katilin kim olduğunu" kolayca tahmin edeceğinizden, bilmem ki geriye ne kalıyor?

Belki iyi bir senarist ve iyi bir rejisörün elinde, kan ve şiddet dolu bir film çıkarabilir; Kanlı Adalet'ten!

Ama, bilinen, çok klasikleşmiş bir konuda süpriz bir psikopat kaatilin filmin sonuna kadar çok iyi kamufle edilmesi şartıyla!

(Kanlı Adalet'i Öcal Uluç okudu ve değerlendirdi bizim için.)

TEBESSÜM
İki rahibe Roma'nın arka sokaklarından bisikletle uzun bir yolculukla kiliselerine varmışlar.. Biri eğilip diğerine, "Biliyor musun?" demiş, "Hiç bu yolla gelmemiştim..!" Diğer rahibe fısıldamış:

"Yolların arnavut kaldırımı olmasından..!"

BİZİM DUVAR
Erdal İnönü aktif siyasete geri dönüyormuş. Şuna "pasif siyaset" desek!

Hakan&Utku

SEVDİĞİM LAFLAR
Kadınlar zayıftır ama analar kuvvetlidir.

Victor Hugo

www.superbahis.com


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır