kapat
08.08.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

www.limasollu.com
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Dokunmanın dayanılmaz doyumsuzluğu!..

Dün sabah Selahattin'i okurken, daldım gittim gene üniversite günlerine.. "Kız bal gibi peşinde dolanıp duran oğlanın niyetinin farkındadır.. Lakin anlamış görünmek hesaba uymadığından mümkün olduğu kadar anlamamış gibi görünür.. Bu fasıllar oğlanı, kendisini bir yerlere davet etmesi için yapılan zarflama olarak tarif edilebilir.. Ne bileyim durduk yerde 'Tarkan'ı çok sevdiğini' söylemek gibi.. Bunun manası 'Tarkan'ın konserine bilet al gidelim' demek olur.."

Demek bugünün gençleri bize göre daha talihli.. Günümüz genç kızı neyi sevdiğini söyleyerek, açıkça pas atıyor.. Ne pası.. Muz orta yapıyor.. Koy kafayı gol olsun..

Bizim kızlar, renk vermemek için ayrı bir özen gösterirlerdi.. Bir kızı hakketmek için onu çözmek zorundaydık.. Biz bulacaktık, neden hoşlandığını.. Keşfedecektik ve davet edecektik..

Konser tabii, en büyük kozdu, hoşlandığın, sevdiğin kızla ayni çatı altında olabilmek için..

Bu lafa dikkat.. "Ayni çatı altında olabilmek.."

Hepsi o.. Bugünün gençlerine "Aptalca" gelebilir.. Ama ayni çatı altında olabilmek, ayni havayı solumak, yanında onun oturduğunu hissetmek, nefesini duyabilmek, sıcaklığını hissetmek, kafanı hafif yana çevirip baktığında, onun da sana baktığını görebilmek..

Ve hepsinden önemlisi.. Bilerek, uzanarak değil, sanki tesadüfmüşçesine bir an için onun koluna, saçına, omzuna dokunabilmek..

Ah, o dokunabilmek.. Saniyenin bilmem kaçı kadar küçük bir anı, eve taşımak, o anı düşünerek uykuya dalmak, o minnacık dokunuş üzerine hayaller kurup, rüyalar görmek..

Konserler bizim zamanımızda öğleden sonra olurdu.. Gece de olurdu ara sıra da, onun bizimle alakası olmazdı. Çünkü kızlar geceleri çıkamazlardı. Onları ancak öğleden sonra bir yere davet edebilirdik..

Erol Büyükburç, Durul Gence'nin orkestraları.. Alpay.. Metin Ersoy, en popüler olanlardı o zaman.. Bunların konseri duyulur duyulmaz bilet peşine düşerdik.. Çünkü bunlara her kız zaten bayılırdı. Bizimkilerin de bayılması garantiydi..

Ya da biz öyle sanırdık. Kızın da aklı fikri bizimle çıkmakta olduğundan, nereye davet etsek gelirlerdi, belki de.. Bilmem!..

Ama bakın.. Benim de fena bir huyum vardı.. Kimseyi resmen, alenen davet etmezdim..

Hayatta hiçkimseden hiçbirşey istemedim.. Hep bana verilmesini bekledim.. Neden?.. Gurur mu?.. Reddedilmekten nefret etmem mi?.. Neyse ne?.. Bu huy iyi mi, kötü mü, ondan da emin değilim.. Ağlamaya meme verilmeyen ülkede, hiçbirşey istemeyen kimbilir neler kaybetmiştir, 60 yılda, düşünmek bile istemiyorum..

Bu yüzden Siyasal Bilgilerin, ya da Dil Tarihin veya ODTÜ'nün kantinine girer, artık, kızlarla nerede buluşacaksak, "Erol Büyükburç'a iki biletim var" derdim.. Hepsi o.. "İki biletim var.."

Bizim ki meraklı ise atlardı tabii.. "Harika.. Beraber gideriz.."

Ya da susardı.. O zaman gitmezdik.. İyi mi?..

Tüm üniversite yaşamım boyunca, bir tek, sadece bir tek konserde, kızlar kendiliklerinden "Gidelim" dediler..

O zaman her cumartesi öğleden sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Dil Tarih'in anfisinde bedava üniversite konserleri verirdi. Bu güzel adetten sonra vazgeçtiler.. Yazık ettiler..

27 Mayıs sonrasının coşkusu içinde, Leyla Gencer Türkiye'ye gelmiş, zamanın Opera Bale Genel Müdürü dünya çapındaki Diva'yı (Bence halan Türkiyenin tek divası odur) "Ya bizim kadromuza girersin, ya da çeker gidersin" diye terslemişti. Leyla Gencer de, Üniversitede tek konserle dönmeye karar vermişti. Üniversite gençliği, Leyla Gencer'e yapılan bu haksızlık ve kabalığa çok kızmıştı. Biraz da bu tepki ile, konser birden en önemli olay oldu. Öğleden sonra ikide ve bedava idi, ama o saatte girmek mümkün değildi..

Biz Ahmet'le (Nur içinde yatsın, Kışlalı) sabah onda falan gittik, yer tutalım da, kızlar biraz daha geç gelebilsinler.. Şövalyelik ya..

Önde dört kişilik yer ayırdık, ama millet bastırdıkça bastırıyor.. Tutmak ne mümkün.. Üçünü koruyabildik.. Üç sandalyede dört kişi.. İçerisi tıklım tıklım dolu.. Her sandalyede iki kişi kucak kucağa oturuyor. Koridorlar bile balık istifi ayakta duranlarla..

Saçının teline dokunmanın hayal, rüya olduğu bir dönemde, iki saat boyu nerdeyse kucak kucağa oturmayı, düşünebiliyor musunuz?..

Bana "Klasik müziği neden bu kadar çok seviyorsun" diyorlar..

Gel de sevme?..

Ol mahkemenin hükmüne..
Senin devletin, her sabah yüz binlerce çocuğu, öğrenciyi okula götüren servis araçları üzerine etkili hiçbir düzenleme yapmamış.. Senin devletin büyük bir umursamazlık ve vurdum duymazlık içinde, bu ülkenin geleceğini kurda kuşa, hatta mafyaya emanet etmekte beis görmemiş.. Senin devletin, servis aracı, servis şöförü, okul servislerinin bulunduğu yollarda trafik tarifleri ve düzenlemeleri yapmamış..

Küçük Berfin, ilkokul öğrencisi minicik kız, daha dünyasını görmeden, kendisini eve getiren okul aracının altında kalıp öldüğü için, bir de bu devletin bilirkişisi tarafından suçlu bulunmuş..

Düşünebiliyor musunuz, dünyanın bütün uygar ülkelerinde, çok özel ve çok güzel kurallarla koruma altına alınan çocuklar, bizde kendilerini öldüren trafik kazalarında (Aslında kaza değil cinayet olduğunu hepimiz biliyoruz ya..) suçlu ilan edilebiliyorlar..

Mahkeme de bu rapora dayanarak, Berfin'i ezerek öldüren, aslında servis şöförü dahi olmayan, ağabeyinin canı o gün işe çıkmak istemediği için onun yerine geçen delikanlıyı 2 ay 17 gün hapisten sonra serbest bırakmış..

Soruyorum ey okurlar?..

Bu sizin vicdanınızı rahatsız etmiyor mu?..

Peki o zaman başka bir şey daha..

Bir ilkokul öğrencisini arabasından indirdikten sonra, nereye gittiğine dahi bakmadan ezip öldüren adam şu anda aramızda dolaşıyor.. Belki gene bir servis aracını ağabeyi yerine kullanıyor unutmayın..

Bir de şu olaya bakın..

Askerliğini, terörün en yoğun yaşandığı Güney Doğu'da komando olarak yapan Üzeyir Taşgın, teskereden sonra döndüğü köyünün bakkalından iki şişe rakı almış..

Orada bakkal ile aralarında bir tartışma çıkmış.. Biraz da bunalımlı (O koşullarda olmasın mı?.. Ruh bilimin daha birinci sınıfında okuyan, ya da sinemada bir iki Vietnam sonrası filmi, mesela Rambo izleyen herkes anlar) bir delikanlı Üzeyir'in tepesi atmış..

"Para mara yok" demiş. Kavga çıkmış.. Çıkınca Üzeyir, belinden komando bıçağını çıkarmış. Bakkal tabure ile eline vurmuş. Üzeyir de, içinde iki şişe rakı bulunan poşeti alıp gitmiş..

Bakkalda çizik yok.. Alınan da iki şişe rakı..

Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı 12.5 yıl hapis!..

Gerekçe..

Silahlı soygun..

Kavga sırasında bıçak çekmese..

Ya da giderken rakıları almasa, bugün serbest olacak.

Çünkü silah olmayınca, olay kapkaç.. Kapıp kaçarken, yerlerde sürüklenip ölse bile, olay kapkaç.. Sanık serbest..

Rakıları almasa, olay basit kavga.. Hatta bıçağı bakkala saplasa bile tutuklanmadan davası görülecek, beraat etmese de kuş kadar ceza yiyip tecil edilecek.

Ama silah gösterdin mi, rakıları da aldın mı, ha banka soymuşsun, çete kurup, ha bunu yapmışsın, Ceza yasamızda fark yok.. Antep'te baklava çalan çocukları da böyle mahkum etmedik mi?..

Şimdi buyrun, bu ülkede hak, hukuk, adalet var mı?..

Gül gibi kızınızı adam pervasızca ezerek öldürsün, serbest bırakılsın. Siz o gece efkardan bakkala gidip iki şişe rakı alırsanız, 12.5 yıl hapis..

Nerde ölçü?.. Nerde vicdan?.. Nerde hukuk?..

Bu ülkenin fevkalade hızlı bir adalet reformuna ihtiyacı var!..

Hani, kim yapacak?..

Tarihi rekor, Erkekçe'de!..
"Atlas tarihi bir rekora koşuyor" diyordu, Hürriyet'teki haber.. "Atlas böylece, Türk dergicilik tarihinde Nokta'nın 1980'li yılların ikinci yarısında yaklaştığı 100 bin satış barajına erişen tek dergi oldu" diyordu.. 80 bin bayide, 10 bin de abone, 90 bin satmışlar, temmuzda..

Kutlarız.. Kutlarız da, verilen bilgi yanlış..

Rekor Gelişim yayınlarında doğru, ama Nokta'da değil..

Erkekçe, 1981 ocak ayında yayına başlayan Erkekçe, daha altıncı sayısına gelmeden 100 bin barajını aştı ve yıllarca bu ortalamanın altında da düşmedi.. Eğer, ANAP, o hukumuzun utancı poşet yasasını çıkarmasa, belki hâlâ hayatta olacaktı..

O Erkekçe'nin Güngör Bayrak kapaklı dergisi de bir başka rekordur.. 151 bin bastı.. 149 bin net sattı.. Bu aslında iadesiz satış demekti.. 2 bin iade, bayinin bir ay kendisinin bakıp okuduğu, sonra iade ettiği geleneksel rakamın da altındaydı çünkü..

Erkekçe'nin rekoruna ulaşan değil, yaklaşan yok..

Başta Kurthan Hocam, Mehmet Yılmaz, Ali Kocatepe ve Mustafa Eren başta, o hala benzersiz ve hala yanına ulaşılmaz derginin hazırlanmasında emeği geçenleri bir kez daha kucaklamak geldi içimden, bu vesile ile..

Tabii, verdiğim bu rakamları birinci elden doğrulayacak, Dağıtım Müdürümüz Yıldırım Ünver'i de..

Caddebostan..
Caddebostan Aile Bahçesiydi, adı 60'lı yıllarda.. İçki satılmaz, çay içilirdi. Yaz aylarında hafta sonlarında dans yarışmaları düzenlerlerdi. Bugünün ünlü iş kadını Başak Gürsoy, Erhan Sargın'la girer ve hep şampiyon olurdu, biz uzaktan ağzımızın suları akarak bakarken..

Sonra Bağdat Caddesi inişe geçti.. Plajlar kirlendi, kapandı. Çay bahçeleri de yok oldu..

Yıllar sonra, baktık, Fahrettin Aslan, içkili gazino yapmış.. Bir süre sonra onun da devri geçti.. Baktık Migros olmuş..

Şimdi öğreniyoruz.. Fahrettin Aslan aylığı 125 bin dolardan Koçlara kiralamış, gazinosun yerini.. Dolar fırlayınca kira aylık 166 milyara çıkmış Çıkınca da, Migros ile Aslan mahkemelik olmuşlar.

Hazır mahkemeye gitmişlerken, yargıç, bu arazinin nerden nereye geldiğini de bir araştırtmaz mı?..

Bizim hatırladığımız gazino yeri bu kadar büyük değildi.. Sonra acaba denizi doldurarak mı genişlediler?.. Deniz dolduruldu ise, doldurulan yer, yasalar gereği, Aslan'ın değil, devletin olur.. Devletin hem de bu kadar kıymetli arazisini Aslan nasıl başkasına kiralayıp para kazanır?.

Bu konuda o kadar çok dedikodu dinledim ki.. Bu vesile ile Fahrettin Aslan da, dedikodulardan arınmış olur, hiç değilse..

BİZİM DUVAR
Murat Demirel "Amcamın 41 yıllık hesabını ben çekiyorum" demiş. Yalnız değilsin Murat, senin gibi 70 milyon kişi daha var.

Hakan&Utku

TEBESSÜM
İngiltere Kralı George ile görüştüğü sırada, Gandi'nin üzerinde her zamanki gibi beyaz örtüsü vardır.

Davetten çıkınca bir gazeteci sorar..

-Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak için yeterli miydi?

Gandi, hiç aldırmadan cevap verir:

-Kral ikimize de yetecek kadar giyimliydi.

SEVDİĞİM LAFLAR
En sürekli aşk karşıklı olmayan aşktır.

S. Maugham

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır