kapat
04.08.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

www.limasollu.com
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )

Müslüman-Demokrat Parti ihtiyacı...

Tek parti ideolojisinin ve askeriyenin amigoluğundan kurtulamayanlar ile "din devleti" peşinde koşanlar "anti-demokrat" kimlikleriyle bir elmanın iki yarısı gibi...

Türkiye'nin normalleşmesi, Müslümanlığın, Kürt kimliğinin sisteme entegrasyonu ile mümkün. Bu entegrasyonun da kuralı belli, demokrasi...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Refah Partisi'nin kapatılması kararını onaylamasının ardından Türk medyasını soğukkanlı bir şekilde gözden geçirince, Türkiye'nin kavramlar arasındaki çok temel farklılıkları hâlâ berraklaştıramadığını görüyorsunuz.

Öyle ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bugüne kadar Türkiye ile ilgili aldığı kararlar karşısında kulaklarının üzerine yatanlar, Refah kararı ertesinde "tamtam" dansları yapıyorlar.

Henüz "Müslüman-Demokrat" terkibini yakalayamamış olanlar ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ve Batı'ya sövüp sayıyorlar.

Tek parti ideolojisinin ve askeriyenin amigoluğundan kurtulamayanlar ile "din devleti" peşinde koşanlar, "anti-demokrat" kimlikleriyle, bir elmanın iki yarısı gibiler... İkisi de aslında "baskıcı" bir rejimi savunuyorlar.

Üstelik, bu iki kamp da zahmet edip, Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bir göz atmadıkları için, ancak Türkiye'de rastlanacak bir "ciddiyetsizlik" içinde akıllarına geleni söyleyip duruyorlar.

Cumhuriyetin temel ilkeleri
Avrupa Konseyi'nin 15 ocak 1999 tarihli ve 8300 sayılı dokümanına, Konseye bağlı "Venedik Komisyonu"nun kararlarına bakanlar, Avrupa'nın, "Kemalizmi", "cumhuriyetin temel niteliklerini" ve "devleti ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" anlayışını "Avrupa demokrasisi ile" bağdaşmaz bulduğunu kendi gözleriyle görecek.

Ama, Türkiye'de amaç "gerçekler" peşinde koşmak değil, "kovboylar ile Kızılderililer" kavgasında taraf olmak. Askeriye ile cami cemaati üzerine siyaset yapıp, onların türküsünü çalmak. Böyle olmasa, Türkiye çağdaş demokrasi ilkelerinin yer aldığı "Paris Şartı" etrafında toparlanıp ileriye bakar. Avrupa'nın duruşunu da kendi siyasal avantasına göre yorumlama ilkelliğine düşmez.

Kemalizm ile demokrasi ayrımını keskinleştirir.

Baskıcı "din devleti" ile özgürlükçü "Müslüman-demokrat" kavramları arasındaki farkı netleştirir.

Müslüman-Demokrat terkibi
"Esir Çocuklar Cehennemi" adlı kitaba aldığım "Müslüman-Demokrat ve İdeolojisiz Devlet" başlıklı yazıda şunlar yazılı:

"Türkiye'nin kronik sorunlarını, özgürlükleri evrensel standartlar ölçüsünde genişleterek çözmek yerine, bu sorunlardan kendilerine iktidar imkânları yaratmaya çalışarak ülkeyi kitleyen politikacı tipi yavaştan kaybolmaya başlıyor galiba. Bu tür politikacıların meşrebi görünürde farklı olsa da, tümünün özü aynı. Hepsi, mevcut yapının çarpıklıklarından yararlanarak iktidara gelme peşinde. Türkiye'yi değiştirmek hiçbirinin asıl hedefi değil.

Bir türlü normal mecrasına yerleşemeyen dinsel hassasiyeti kendine siyaset malzemesi yapan Necmettin Erbakan da Ankara tipi bir politikacı. '28 Şubat Kararları'nın altındaki imzalardan biri ona ait. Kokuşmuş rejimin keskin bir resmi olan Susurluk'a 'fasafiso' diyen o. Türk halkının zenginlik ve özgürleşme taleplerini gerçekleştirecek proje üretmek yerine sadece 'başörtüsü' ya da 'Taksim'e Cami' gibi dar kapsamlı siyasette ısrar ederek ufkumuzu daraltanlardan biri de o. Yeryüzü demokrasilerinin yerine Ortadoğu diktatörlüklerine el uzatarak işe başlayan da gene başkası değil."

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, demokrasinin unsuru olacak bir anlayışın tanımlamasını yeniden yapıyor. Hem Müslüman hem demokrat olacak bir anlayışın gerekliliğini bir daha vurguluyor. Hem Müslüman hem demokrat olmanın pratik ifadesi de, "ideolojisiz bir devletten" yana olmak.

Gene yukarda andığım yazıda, bunu da çok önceleri şöyle belirtmişiz:

"Müslüman-Demokrat" olmanın en temel noktası 'ideolojisiz bir devletten' yana olduğunu açıkça ortaya koymaktır. Bireysel özgürlüklerin çoğalımı, ancak devletin herkese eşit mesafede hizmet vermesi ve hukukun etkinliğini gözetleyen bir odak olması ile mümkündür. Eğer birileri 'din devleti' peşinde koşarsa, başka birileri de 'askeri devlet' peşinde koşar. Ama bir 'din devleti' ya da 'askeri devlet' yerine, yeryüzünün gelişmiş ülkelerindeki gibi bireysel özgürlüklerin peşinde koşarsanız, o zaman bunu gerçekleştirmenin aracı 'ideolojisi sadece demokrasi olan bir devlet' aygıtıdır."

Bence, parti kapatmanın hukuki çerçevesini ciddi bir biçimde tartışmalıyız. Ben, şiddete başvurmayan hiçbir partinin kapatılmaması gerektiğine inananlardanım. Kendi ideolojisine aykırı görüşleri savunan her partiyi kapatma eğiliminde olan devlet bu davranışın hayatı nasıl daralttığını düşünürken, dinci kesim de "kan" ile siyaset arasında ilişki kurmanın sonuçlarını gözden geçirirmeli herhalde.

Asker çare değil
Ne tek parti dönemi zihniyeti, ne de 28 şubat türü darbeler, Türkiye'nin "normalleşmesini" sağlayamaz. Buranın "demokrat olmayan laikleri" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tüm kararlarını görmezden gelip, son kararı üzerinde çığlıklar atar, din devleti yanlıları da bu karara söver ama, sosyolojik olarak Türkiye'nin temel rahatsızlıkları giderilemez.

Türkiye'nin normalleşmesi, Müslümanlığın, Kürt kimliğinin sisteme entegrasyonu ile mümkün. Bu entegrasyonun da kuralı belli, demokrasi. Demokrasinin de tanımı ve nasıl işleyeceği, Paris Şartı'nda ince ince tarif ediliyor.

Ne var ki, Erbakan türü siyasetçiler ile askeriyeyi kâbe tutanlar "normalleşme" imkânını elbirliğiyle torpilliyorlar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tüm kararlarına imza atmadan, Avrupa Konseyi'nin Türkiye'deki rejim tanımlamasına ve eleştirisine kulak vermeden, hukuku ciddiye almadan hayatımızı sürdürürsek daha çok zaman kaybederiz. Buranın "demokrat olmayan laikleri" çareyi 1930'larda ve askeriyede arar ama Ankara ve İstanbul belediyesini kazanacak kadar oy alamazlar. Din motifini kullanarak "baskıcı" bir devletin yönetimini ele geçirmek isteyenler DEP'in kapatılmasını alkışlar ama kendi partilerinin kapatılmasını engelleyemezler.

İşin doğrusu, hem militarizmi, hem din devleti özlemini birlikte mahkum ederek, demokrasinin, her türlü sapmanın panzerihi olduğuna inanmaktan geçiyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına ve parti kapatmaya muhtaç olmayacağımız bir düzeni ancak böyle kurabiliriz.

Yeni bir Türkiye
Türkiye, dünyadan ve çağından kopamaz.

Çözümü geçmişin tek parti ideolojisinde arayanlar ile "din devleti"nde arayanlar iyice güçsüzleşirken, demokrasi odağında birleşenler kaçınılmaz olarak öne çıkacak. Rejim, Müslümanı, Kürdü, Liberali, Marksisti düşman ilan edemeyecek.

Evrensel bir demokrasi Türkiye'yi normalleştirecek. Devletin kendi halkı ile kavgasına son verecek.

Türkiye dünyayla bütünleştikçe özgürleşip zenginleşecek.

Dünyaya ve çağın gerçeklerine direnmeye çalışanlar ise bize zaman kaybettirmekten başka işe yaramayacaklar.

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır