kapat
16.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

www.ciceknet.com
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Düşlerden düşlere uçan düşüncelerdeki görkemli İstanbul müzesi

Mimarlıktan söz açıldı mı, bir Sinan'ı bilir, bir Sinan'ı söyleriz. Çok büyük de olsa bir tek mimarın adını tekrarlayıp durmak ve başka hiçbir mimarın adını bile merak etmeden yaşayıp gitmek, mimarlık sevgisini göstermeye yeter mi?

Nasılsa bir tek ozan adı bellemiş, ondan başka da hiç bir ozana; adını unutmayacak kadar dahi ilgi duymamış bir kişinin; şiiri çok sevdiğinden söz edilebilir mi?

Bizim de Sinan deyip durmamızın nedeni; mimarlık sanatına yürekten vurgun oluşumuzdan değil; onun ününde, kolayından bir övünme olanağı bulduğumuzdandır.

Başka bir mimar tanımadığımız için de; nerde ne kadar köprü, kervansaray, su bendi, külliye ve hamam kalıntısı varsa, hepsine Sinan'ın adını bastırır gideriz...

Ve ne Sultanahmet'i yapmış olan Mehmet Ağa takılır aklımıza, ne Yenicami'yi yapmış olan Kasım Ağa...

Sinan, yüzlerce yıl içinde yetişmiş nice nice mimarların anısına, kendi adının hoparlörleriyle bu kadar haksızlık edildiğini bilse; kahrından saçını sakalını yolardı...

Bazan düşlerden düşlere doğru uçar gider düşüncelerim. Şöyle görkemli bir İstanbul müzemiz olsaydı...

Orada Galata köprüsünün ilk planlarını yapmış olan Leonardo da Vinci'nin de büstü bulunacaktı; Fatih'in portresini yapmaya gelmiş olan Bellini'nin de; Peygamber Efendimizin doğumundan elli yıl önce Ayasofya'yı dikmiş olan Anthemios ile İsidore'un da; ve tabii Sinan'ın da, Mehmet Ağa'nın da, Kasım Ağa'nın da...

Hatta bana kalsa, o müzenin bir kıyısına; Kudüs'ü kurtarmak için nereden yola çıkacaklarında anlaşamayıp; sonunda, İstanbul'u yağmalamayı kârlı bulan Dördüncü Haçlı Seferi'nin ünlü tarihçi mareşali Villehardouin'in büstünü bile koyardım.

Villehardouin'in Dördüncü Haçlı Seferi'ndeki kanlı kepazelikleri anlatan "İstanbul'un Zaptı" yapıtı; Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan tam yüz yıl önce yazılmış; Ortaçağ'da, tarih alanındaki ilk büyük klasiktir. Yazarının büstü pekala konabilirdi İstanbul müzesine...

Müzenin bir bölümünü hukuk müzesi olarak değerlendirirdim. Peygamber Efendimizin doğumundan iki yüz elli yıl kadar öce, Roma İmparatoru Birinci Konstantinus'un İstanbul Üniversitesi hocalarına tanınan ayrıcalıklarla ilgili, üç emirnamesini asardım oraya...

Bu emirnamelerden 27 Eylül 333 tarihlisinde; İstanbul Üniversitesi hocalarının; gerek bilim, gerek eğitim alanlarındaki uğraşlarını kesintiye uğratmamak için; kendilerinin askere alınmaması gerektiği bildirilmekte...

Roma İmparatorluğu'nu oğulları arasında Batı ve Doğu İmparatorlukları olarak ikiye bölen Birinci Teodosius'un; Arkadius'tan sonra İstanbul'da tahta çıkan torunu İkinci Teodosius; İstanbul'u bizim almamızdan bin yirmi sekiz yıl önce, 27 Şubat 425'de; İstanbul Üniversitesi'ne yeni kürsüler ekleyerek, orasını çağının en ileri bilim merkezi durumuna getiriyor.

Peygamber Efendimizin doğumundan yüz elli yıl kadar önce yaşadığı için, kendisine kafir de diyemeyeceğimiz, Doğu Roma İmparatoru İkinci Teodosius'un, İstanbul Üniversitesi'nde yaptığı yenilikler şunlar:

1- Kendilerine devlet tarafından eğitim yetkisi verilmemiş diplomasız hocalar, eğitimden uzaklaştırılacak. Ancak bunlar arasında değeri herkesçe onaylanmış hocalar; diplomasız olsalar bile, hocalık etmekten engellenmeyecekler ve derslerini bugünkü Hukuk Fakültesi'nin bulunduğu "Auditorium Capitolii"de verecekler...

2- Latince ve eski Yunancayı öğreten sekiz hoca ile yirmi gramerci atanacak üniversiteye...

3- Ayrıca bir felsefeci ile iki de hukukçuya özel kürsüler verilecek...

4- Bu hocaların her birinin ayrı bir dersanesi olacak...

15 Mart 425 tarihli emirname ile de Üniversiteye atanan hocaların adları ilan ediliyor.

Bunlar Syrianus, Halladius, Theofilus adlı dil bilimcilerle; felsefeci Martinus ve Mascinus; bir de ünlü hukukçu Leontinus...

İkinci Teodosius'tan yüzyıl sonra ve Peygamber Efendimizin doğumundan elli yıl kadar önce; Doğu Roma İmparatorluğu'nun Bizans'a dönüşmeden önceki son imparatoru sayılan Jüstinyanus ise; İstanbul Hukuk Fakültesi'ni, insanlığın, çalışmalarından binlerce yıl boyunca yararlanacağı, en üst düzeye çıkarıyor.

Hocaların hepsi dünya ansiklopedilerine geçmiş insanlar... İslamiyetten önce gelmiş oldukları için de, gavur sayılmaları mümkün değil...

Ben olsam, onların da büstlerini; insanlık hukukuna yapmış oldukları katkıları belirten üç beş satırla, hukuk müzesine koyardım. Akşemseddin'in, Zembilli Ali Efendi'nin, Ebusuut Efendi'nin, Reşit Paşa'nın, Cevdet Paşa'nın da büstlerini koyardım...

Dünyada eşi menendi olmayan bir müze olurdu bizim müze...

Düşlerden düşlere uçan düşüncelerimde de, zaten eşi menendi yoktur İstanbul Müzesi'nin...

Not: 19 yıl önce yazılmış bir yazı... "Hürriyet"den...


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır