kapat
15.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

www.ciceknet.com
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
TEVFİK YENER(tyener@sabah.com.tr )

Tunç rengi vücutlar ve mambo, ça-ça...

Büyük şöhretlerin sahneye çıktığı gazinolar açmazdı o yıllar... 18-19 yaşlarındayız. Zeki Müren'i veya Perihan Altındağ'ı dinlemek isteyenler 100 ile 130 lira hesap ödemek zorunda... Üfff... Biz o para ile bir ay keyif yapıyoruz... Hem de nasıl.

1958-59'larda öğrenci olan bizler için gazinoda 130 lira hesap ödemek Ay'a gitmek kadar uzaktı. Bizim Boğaz mekanlarımız; bahar geldiğinde kesinlikle Bebek sırtlarıydı. Yani; Etiler'e doğru... "Etiler'de hangi lokalde eğlenirdiniz?" diye sorarsanız... Eh güldürmeyin beni... O yıllar Etiler filan yoktu... Bomboş tepelerdi oralar... Mis gibi Osmanlı Çileği tarlaları... Ne güzel kokardı Osmanlı Çileği. Fındık boyunda, açık pembe, parfümlü çilek...

Sonra o çilek tarlalarını kazdılar, çilekleri gömdüler, üstüne betonu döktüler. Şimdi çilek tarlaları üstünde kulüpler, siteler gibi İstanbul'u berbat eden, tabiatın ve estetiğin soykırımı abideleri dikildi. Biz Etiler betonundan önceki yemyeşil çimenlerin, çilek tarlalarının, bostanların bulunduğu tepelerin hemen altında, bir ağacın altında piknik yapardık.

Arnavutköy'de ise adını aldığı Arnavutların bostanları vardı. Domates, kıvırcık salata, soğan, yeşil biber yetiştirirlerdi. Çilek tarlaları da vardı. O bostanlardan kalıntıları bugün Akmerkez'in arkasından Boğaz'a inen yokuşta görebilirsiniz. Ayazmanın oralarda... Siz gidene kadar apartmana dönüşmemiş ise... 1960'lardan bu yana sebzelerin tadı tamamen kayboldu ve yozlaştı. Ah o domatesler... Elma gibi yerdiniz gençler..

VİLLA ZARİF GECELERİ...
Yaz aylarının sıcak gecelerinde Tarabya'da Villa Zarif'e giderdik ki, en pahalı eğlencemizdi. Villa Zarif'i görmek isterseniz Tarabya'daki Garaj Restaurant'ın hemen yanındaki muhteşem beyaz köşk... Paramızı, en çok yiyen yer yazlık Villa Zarif'ti. Yabancı orkestra getirdiğinden hesaplar tuzluydu. Bir tek içki 10 liraydı. "-Bu kadar da kazık olmaz yahu..." der, yine de gitmeden yapamazdık.

Çünkü oraya İstanbul'un en güzel kızları gelirdi... Tarabya Plajında tunçlaşmış hepsi de... Yanık tenlerine kontrast beyaz, sarı renkli incecik kumaşlardan yapılmış elbiseler giyerlerdi. Dansederken dalgalanırdı vücutları. Çoğunlukla Latin müziği çalınırdı Villa Zarif'te.

Türkiye'de hep sevildi Latin müziği. Perez Prado, Xavier Cugat Orkestraları, Los Paraguayos, Los Panchos gibi toplulukları ve Luis Alberto Del Parana, Lucho Gatica gibi şarkıcıları radyodan dinlerdik. Hele Lucho Gatica'yı hala dinlerim. Eşsizdir o...

Yelpaze Dergisi'ni müzik sayfası için alırdım. Sezen Cumhur Önal hazırlardı. Çocuk yaşta gazeteciliğe başlamıştı Sezen.. Uzun yıllar basına emek verdi. O günlerin Babıali'sine göre "Beyoğlu muhabiri" bugüne göre "magazin yazarı" idi.

Radyo programları da hazırlayan Sezen Türkiye'ye o yıllar yağan şöhretlerle röportajlar yapardı. Dünya şöhretleriyle yaptığı söyleşilerin sayısıyla Sezen, belki de rekorlar kitabına girebilir.

O şöhretler ki; İmparatoriçe Süreyya'lardan Louis Armstrong gibi müzisyenlere... Yeni kuşaklar Sezen'i sadece "çüklata" esprisiyle sınırlamasın. Dünyanın en kıdemli gazetecilerinden birisidir.

1950'lerin başından sonuna kadar dansta Latinlerin ça-çaları, mamboları, yumuşacık bolerolar ve Kuzey Amerika'nın slowları, swingleriyle dans edilirdi. 50'lerin ortasından sonra da rock and roll çılgınlığı dansa girdi.

Rock müzikle dans etmek o yıllar daha çok gençlik partilerinde görülürdü. Villa Zarif gibi tüm kaliteli kulüplerde "olgun müziği" çalınırdı. Sevgilinizin güneş yanığı gövdesiyle temasınız slow veya bolero ile olabilirdi ancak.

Nat King Cole'nin "Cole Espagnol" albümü çıkmıştı o sıralar.. Ölürdük onun kadife sesine... "Mona Lisa, Tenderly, Too Young" gibi şarkılarını büyülenmiş gibi dinlerken sürpriz yapmıştı. İspanyolca okudu.

Cole Espagnol albümü bütün zamanların en çok satan LP'lerinden oldu. Hele o Maria Elena şarkısı... Maria Elena ile dansettiğinizde uçuşan bir çift olurdunuz.

Ya böyle uçuşacağınız biriyle giderdiniz Villa Zarif'e... Veya "usta avcıyım" diyorsanız barda tek başınıza silah elde beklerdiniz. Bir sülünün namlunuzun önüne çıkma şansı fifti fifti idi.

"Ça-Ça-Ça... El Amor... Si Senyor!.." Evet, Ça-Ça dansı, amor ve senyorlar, senyoritalar!... Hepsi mümkündü sıcak gecelerde... Elbette bu kulübe girebilmek için zarif olmak gerekiyordu. Sadece kulübe girmek için değil, toplumun her kesiminde zarif, lafını sözünü bilen edepli kişiler olacaktınız.

Mesela o yıllarda; Adnan Menderes, İnönü'nün muhalefetine öyle sinirlenmişti ki "CHP iktidar hayali kuruyorsa avcunu yalasın" demişti. "Avcunu yalasın" sözü o dönemin konuşma adabına son derece aykırı gelmiş ve "Etnan bey bu sözleri herhalde ağzından kaçırdı" denmişti. (-Adnan- İstanbulcada -Etnan- olarak dile gelirdi)

Oysa ileride siyasilerden "Küçük Turgut'a anlatsınlar, Anayasa bir defa delinmekle..." gibi kerametler, bir Refahlı milletvekilinin rakibi siyasilere "pezevenk" gibi sözler etmesi olağan sayılacaktı.

ÇINARALTI AKŞAMLARI
Gece kulübü Villa Zarif'e gitmeden önce plaj yorgunluğunu Emirgan'da atardık. Çınaraltı'nda otururduk akşamları.. O halen yaşayan asırlık çınarın altındaki açılır kapanır iskemleler unutulur mu? Kim yapmışsa, ne güzel bir biçim yaratmıştı. Yazlık hatıraların hemen hepsinde, bir kır kahvesinde, açık hava sinemalarında, bazı köşklerin bahçelerinde, memur Hulusi beyin mütevazı bahçesinde hep o iskemleler... Parça parça sert ağaçlar metal iskelete vidalanmış... Beşiktaş'ın, Bostancı'nın, Kalamış'ın, Samatya'nın bahçeli evlerinde mutlaka bulunurdu. "Portatif iskemle" denirdi. "İşin bitince katla kenara koy!.."

İşte Emirgan Çınaraltı'ndaki portatif iskemlelere oturur ve oranın ünlü limonatasını yudumlardık. Yanık limon kabuğu ve mis gibi Hamidiye Suyu ile yapılan limonata bütün içeceklere bedeldi.

Bizim Boğaz üçgenimiz Tarabya, Emirgan ve Baltalimanı idi. Villa Zarif'in yanında bir başka kalite gece kulübü de Baltalimanı'ndaki bizim Okyay'ların Kulüp Borivaj'ı idi. Denize uzanan muhteşem yalılarını sonradan işletmeye vermişlerdi. Borivaj yüksek sosyetenin yeriydi, herkes dalamazdı. İstanbul'un fiyakalı centilmenlerini, en güzel kadınlarını orada da görebilirdiniz.

En güzeller ha... Kimler, kimler...

"Güzel" dedim de aklıma geldi. Bir gece Borivaj'da ısrarla bir genç kızı sahneye çıkarmışlardı. "İlle şarkı söyleyeceksin!.."

Kızın tipi bizi şaşırtmıştı. Tıpkı Lauren Bacall'a benziyordu. Lauren Bacall o yılların süper yıldızı, Humphrey Bogart'ın eşiydi. Birlikte heyecanlı filmler çevirmişlerdi. Lauren Bacall farklı bir kadındı. Esrarengiz bakışları, kalın sesiyle erkeklerin içini oyardı. Şimdi de New York sosyetesinin gözde hanımefendisi...

Sahneye zorla çıkartılan kız Lauren Bacall'ın ikiziydi sanki.

"Vay canına!.." dedik "Kim bu kız çocuklar?". Okyay cevap verdi "Bizim filanca... canım, arkadaşımızdır. Şuracıkta, Baltalimanı'nda oturur.. Temiz kızdır."

O kız ısrar üzerine tangolar söyledi.. Sesi de bayağı güzeldi. Sahneden indi, alkışlardan utanarak koşar adım gitti ve çok güzel bir kadının yanına oturdu. Kadın ile kızın güzelliği yarışıyor. Okyay "O kadın annesi ...filanca... hanımdır" dedi. İkisinin güzel yüzleri hafızamda. Taaa 1958'den...

ERCE'NİN YENİ ROMANI
Emirgan Çınarlatı akşamları, Villa Zarif, Borivaj geceleri geçti gitti, arkadaşlar dağıldık. Okyay ve Erce ile ayrılmazdık oysa.. Erce malum Amerika'da 30 yıldan fazla önemli yazarlar arasında. Romanları Hollywood'da tutuluyor ve ikisi şu anda filme alınıyor. Şimdi Türkiye'de ikinci kitabı "Erce Ayden Efsanesi" yayınlandı. Amerika'da büyük ilgi gören bu kitap mutlaka okunmalı. Alışılmamış, esaslı bir romandır.

Okyay'ı, bir türlü bulamıyorum, yine Emirganlı mavi gözlü Turhan ağabeyi de öyle.. O cici kız, güzel annesi, Okyay, Turan abi kimbilir nerelerdeler? Bir telefonları beni ne mutlu eder?


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır