kapat
19.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )

"Bu ülke"nin aydınına saygı

Mahcubum biraz, kendi kendime... Çünkü 13 Haziran 1987'de, öteki dünyaya uğurladığımız günün 14. yılında Cemil Meriç'in hiç değilse adını bu köşeye taşımayı; bir parça olsun ondan söz etmeyi planlıyordum epeydir.

İçimden öyle geliyordu!

Üstelik Sabah'ın 2. sayfasının genel karakteriyle oluşturduğu kontrast bana iyi gelecekti, hem belki okurlara da...

Günlüğü'nde "Kimim ben?" sorusunu "Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi" diye yanıtlayan bir düşünürden söz etmeye hazırlanırken popüler kültür "esir aldı beni geçen hafta.

Tarkan olayı üzerine yazdım; kadın erkek ilişkilerinde tanıtım ve pazarlama yöntemlerinin(!) devreye girişi üzerine yazdım; televizyon programlarının gözde sorusu "zor değil mi?" üzerine yazdım ve bir de baktım ki... 13 Haziran çoktan geçmiş!

Yine de bir şeyler karalayacağım Cemil Meriç üzerine...

***
Sosyoloji öğrenimim sırasında tanışmıştım, Meriç'in kıyıda köşede tutulmaya çalışılan, neredeyse gözlerden kaçırılan yapıtlarıyla. Dönemin egemen ideolojik kanatlarının dışındaydı Meriç: Solcular kendilerinden saymıyor, uzak duruyor; sağcılar yayınlarında yer vermelerine karşın ona kuşkuyla bakıyorlardı...

Gözleri görmediği için kendisine kitap okuyan ve fikirlerinden sıcağı sıcağına yararlanma, tartışma ve onun tarafından yeni düşüncelere doğru kışkırtılma imkânını bulan gençlerden olamadım. (70'li yılların üniversite ortamı, öğrencileri şiddetli bir fırtına atmosferi içinde tutar, büyüsüne kapıldığımız sloganlar bizi uzaktan çağıran farklı düşünceleri rastladığı yerde boğardı! Bunu geçelim!..)

Yine de Meriç'in fikirlerinin peşini hiç bırakmadım. Çünkü tıpkı onun gibi "pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağın" düşünen insanlar arasındaki birlik olduğuna inanıyordum. Üstelik haklıydı üstat! Bu bağ bile "rüzgârın her an tehdit ettiği bir kandil"di...

***
Türk aydınını hep bir yerlere "kaçmak"la suçlamıştı Cemil Meriç... "Kaçmak" bizim aydınımızın kaderiydi. Mustafa Armağan'ın DOĞU BATI dergisinin "Araftakiler" özel sayısındaki yazısında belirttiği gibi Cemil Meriç de bu kaderden kurtulamamıştı. O da kütüphanesine kaçmıştı...

Şimdi yazdıklarına bakınca "iyi ki böyle yapmış" demek geliyor içimden.

Geçen gece, ilk baskısı 1974'te yapılan Bu Ülke'sini kitaplığımdan çekip elime aldım ve rastgele açtım bir sayfasını.

Karşılaştığım şu satırları siz de okur musunuz?

"Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından çok daha asil. İsrail peygamberlerinden beri lanetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir."

Burada durmuyor Meriç. Cesaretle şu vurguyu yapıyor: "Deli İbrahim, Osmanoğulları'nın en akıllısı. İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne işi vardı?"

Oysa...

"İnsanlar beyni fırlatıyor lağıma... Süleyman'ın sofrası iltifatlarına muntazır, onlar kemik peşindeler."

***
Bilmiyorum, şimdilerde İletişim Yayınları'ndan çıkan Cemil Meriç'in kitapları genç kuşaklardan hak ettiği ilgiyi görüyor mu?

Ben üstadın şu sözlerini not ederek yazımı bitireyim: "Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır."

AYNA
Birbirini seven iki kişi bir bütün oluşturmaz. Yanılgıdır bu. Çünkü sevilen inatla dışarda kalır; aşk mesafeyi kaldırmaz, doğurur.

E. LEVINAS

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır