kapat
27.05.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

New York'ta yedi gün


Sağolsun Selahattin Abi (Duman) sayesinde bizim New York seyahatimizi sağır sultan bile duydu. Duman'ın, üç gün süren ve yarı şaka yarı ciddi anlattığı New York tefrikasında (!) tabii ki yazılamayanlar da vardı.
Bir de işin şakasız yanı...

Mesela, Lary King, panelimize katılmadı!

Harlem Camii'nde namaza durmadık!

Coşkun'a, tospağa yumurtasının hemoroide yararlı olup olmadığı konusunda soru sorulmadı!

Benim, Adanalı, Can'ın da "romantik"liğine dair fikir beyan edilmedi!

Ve de yazıldığı gibi ne Can Dündar, ne Coşkun Aral, ne de ben, meşhurf"mehteranlı Türk yürüyüşü"ne katılmadık, çünkü New York'ta değildik. Konferansımızı (!) verip, turistik vazifemizi eda ettikten sonra (yürüyüşten bir gün önce) İstanbul'a döndük. Galiba, Kamer Genç ve İzzet Altınmeşe'yle karıştırılmışız!

Neyse, şimdi biz sadede gelelim.

Tüm bu spekülasyonları önlemek için New York'ta tuttuğum "günlük"ten özetler aktaracağım bugün.

Cümle aleme, dosta düşmana, karınca kararınca bir New York yazısı olacak bu.

Evet, işte, "New York'ta yedi gün!"

Birinci gün; Saatler süren uçak yolculuğu bitiminde, JFK Havaalanı'na indik! İndik ama bir türlü New York merkezine giremiyoruz.. Çünkü hem pasaporttaki hem de otobandaki (saatler süren) kuyruk, yeniden İstanbul'a dönmek isteyecek kadar bezdirdi bizi. Sonunda vardık Manhattan'a ve Federasyon'dan Nurettin, "Özlemişsinizdir, hadi gelin Türk yemeği yiyelim!" diye bizi Üsküdar Lokantası'na davet etti. O akşam afiyetle, humusları, patlıcan salatalarını yedikten sonra, yorgunluktan kan çanağına dönen gözlerimizi dinlendirmek üzere otelimize döndük. The Marmara'ya, The İkinci Cadde üzerinden!

İkinci gün; Evet, gün başlıyor. New York'taki 38 milyon turistin arasına karışıyoruz o gün. Serseri mayın gibi kendimizi sokaklara bıraktık. Dünyanın en yüksek binası(ydı) State Empire'la başlıyor turumuz, 86.kata, seksenaltıncı saniyede varıyoruz, inanılmaz bir görüntü var altımızda. Bir harita mühendisi için ne keyifli bir yükseklik! Bu arada her gün yüzlerce kez, o asansörü inip çıkan "görevli"nin "portre-belgesel"i ne güzel olurdu sahi. Düşünsenize, onlarca insanla (her milletten) 86 saniyelik anlık sohbetler yapan bir asansör bekçisinin "evrak-ı metrukesi". Dediğim gibi ikinci gün, turistik açıdan çok verimli geçti. State Empire'dan ayrılır ayrılmaz, doğru Brooklyn Köprüsü'ne geçtik. Woody Allen'in ünlü Manhattan filmini hatırladım. O müthiş "bakış" sahnesini. Ve derken Çin Mahallesi... Bence mahalle değil şehir. Yüzbinlerce Çinli'yi Çin'in dışında görebileceğiniz tek yer Chinatown olsa gerek! Oldu olacak, akşam yemeğini de bir Çin lokantasında yedik tabii. Arada Ömer Uluç'un Trans Hudson Gallery'deki resim sergisini ziyaret ediyoruz.

Üçüncü gün; Ve Harlem.. Bizim gibi yarı turist, yarı panelist olarak New York'a gelenler, Harlem'i merak etmezler mi? Elbette, biz de yaya vaziyette gittik ama bir zamanlar dehşet solunan Harlem yerine daha sakin bir bölge bulduk. Ya da bize öyle geldi! Cuma namazına tesadüf ettik; cami çıkışında kitap ve kasetlerle dolu tezgahlar gördük. "Dünyanın bütün şeriatçıları" kaset ve kitaplarıyla oradaydı ama Cüppeli Ahmet Hoca'nınki yoktu! Derler ki Harlem'de, Cuma günleri ezan sesleri, pazar günleri de kiliselerden yayılan ilahi sesleri muhteşem olur... Akşam da Müşfik Kenter'den Huysuz İhtiyar'ı izliyoruz!

Dördüncü gün; Greenwich Village'de (Bizim Ortaköy desem hamaset mi yapmış olurum) kahvaltıyla başlıyor günümüz. Yahudi icadi Bagel'ları bir fincan kahve eşliğinde keyifle mideye indirdikten sonra Ortaköy Caz Bar'a, pardon (!) Village Blue Note Caz Bar'a gidiyoruz. (Derler ki Woody Allen'in zaman zaman sahneye çıkıp saksafon çaldığı bar!) Okay Temiz'in sıradışı eserlerini dinlemeye... Amerikalılar da Temiz'in o inanılmaz aletlerinden çıkan seslerle mest oluyor. Biz "Panel üçlüsü" olarak konserden erken çıkıyoruz. Çünkü panelimiz var. (Bakınız, geçen haftaki Hayatın İçinden.)

Beşinci Gün; Artık panel gerilimi geride kalmış. Federasyon Başkanı Egemen Bağış azad etmiş bizi. Sadece turistiz! Ve pazar günü ya, doğruca Central Park'a. Ama tuhaftır, geldiğimizden bu yana her gün bir Türk sanatçısı izlediğimizi fark ediyoruz. Bu kez de Ömer Faruk Tekbilek konserine dahil oluyoruz seyirci olarak. Tekbilek, "Seherde bir bağ"a giriyor, "Yaylalar"a çıkıyor, Kozan Dağı'nı deliyor, Bitlis'te Beş Minare'ye tırmanıyor. Park'ın pazar ziyaretçileri "fingir fingir Anadolu türküleri" eşliğinde kıpır kıpır oluyor, yerinde duramıyor artık! Bravo Tekbilek... Ve 20 yıldan bu yana New York'ta yaşayan türkü ustası Tekbilek'e dikkat!

Altıncı Gün; Günü anlatmayayım. Bildik alışveriş. Ancak gece muhteşem. Broodway'da "Sefiller"i izliyoruz. Bilet bulmanın zorluğunu bir yana bırakalım. Prodüksiyon görkemini de... Hatta 13 yıldır kapalı gişe sahnelendiğini de. Muhteşem olan ne biliyor musunuz? Sahnede keyifle izlediğimiz o sanatçıların duydukları haz. Burada "sahne insanı" olmak ne güzeldir, ne müthiştir. İstanbul'da haftada bir tiyatro salonu kapısına kilit vuruyor ya, işte o yüzden.

Yedinci Gün; Ve Arto Tunç'la final. Köylüm, hemşerim, kasabalım, kentlim Arto Tunç'la buluşma var son gün. Eve gidiliyor, salonda Ağabey Onno Tunç'a adanmış köşeye çekiliniyor. Yine Anadolu türküleri söyleniyor, rakılar içiliyor, Arto, "evrensel" projelerini anlatıyor bir bir. Öfkelerini, acılarını da... Ve tabii ki "Ne mutlu insanım" diye başlayan derin meselesini de.

Evet... İşte bu kadar, New York'ta Yedi Gün. Ama yazılamayan daha çok şey var. Ne demiş şair... En güzel yazı henüz yazılmamış olandır!

NEBİL ÖZGENTÜRK

 
Yeni dış kaynağın doğru bir şekilde kullanılacağını düşünüyor musunuz?

Evet
Hayır

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır