kapat
02.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
OKAY GÖNENSİN(ogonensin@sabah.com.tr )

Sessiz çığlık

Sovyet bloku dağıldığı dönemde, bu ülkelerin yetişmiş insanları bütün dünya için bir dertlenme konusu olmuştu. Her gün, her yerde, bir Rus bilimadamının aldığı "zavallı" ücret yayınlanıyor, bu ülkelerdeki "dağılma"nın nedenlerinden biri olarak bu facia gösteriliyordu.

Geldik 2001 yılına, Türkiye'deyiz. Üniversitelerimizde asistan ya da yardımcı doçent olan genç bilimadamlarımızın maaşı 250-300 milyon liradır. Yani 250 Amerikan Doları. Profesör maaşı ortalama 650 milyon liradır. Yani 500 Amerikan Doları.

Türkiye'de devlet üniversitesinde çalışan profesörün maaşı, bugün Avrupa Birliği ülkelerindeki "işsizlik" parasına yakındır. Türkiye'deki profesör Avrupa'daki bir işsizden üç beş kuruş daha fazla kazanmaktadır.

Üniversite faciasının bir yönü "ücret" olayıdır.

Özel üniversitelerde yetişmiş öğretim üyeleri devlete göre 4 kat daha fazla ücret alabilmektedir. Bu da facianın ikinci yanını oluşturmaktadır. Yetişkin bilimadamları özel üniversitelere geçmek için yarışmaktadır. Bu da çok doğaldır.

Hangi üniversite?
Türkiye'de "üniversite" kavramı en büyük darbeyi 12 Eylül askeri yönetimi döneminde yemiştir. 1980 öncesinin hareketli ve kanlı günlerinin faturası haksız yere üniversitelere çıkarılmış ve "anarşinin kaynağı özgürlüktür" diye düşünen dar kafalar burada da, kendilerine göre bir "sıkı düzen"le sorunu çözeceklerini sanmışlardır.

Sorun çözülmemiş ama sonuç, üniversitelerin memurlaştırılması; bilimsel ve akademik özgürlüğün, yaratıcılığın tırpanlanması olmuştur. YÖK düzeni ile amaçlanan, üniversiteleri orta öğretim mantığıyla yönetmektir.

1980 sonrasında bir "üniversite kurma hamlesi" de başlatılmıştır. Bir anda ülkenin dört bir yanında üniversiteler açılmıştır. Şu anda 72 devlet üniversitesi bulunmaktadır. Ve bunların büyük bir çoğunluğu nitelikli öğretim elemanı başta olmak üzere, üniversiteyi "üniversite" yapan her türlü imkândan yoksundur.

Sonuç, eğitim kalitesinde sürekli bir düşüştür. Devlet 2000 bütçesinde üniversite eğitimi için yüzde 4.8'lik bir pay ayırmıştı. 2001 yılı bütçesinde ise sadece 2.2 ayırabildi. Son krizin etkileri hesaplandığında bu payın gerçek olarak yüzde 1 olduğu ortaya çıkıyor. Yani bu yıl üniversitelere ayrılan ödenek gerçekte bir yıl öncesine göre beşte bire düşmüştür.

Maliyeti geleceğimizden çaldık!
Hafta sonunda üniversite rektörleri Ankara'da toplandılar ve araştırma fonlarının tasarruf tedbirleri çerçevesinde ve bütçe disiplini kararı uyarınca fiilen kaldırılmasına tepkilerini dile getirdiler. Bu toplantı da büyük bir yankı uyandırmadı. Her yanı ekonomik krizle sarsılan ülkede üniversitelerin çığlığı pek duyulmadı.

Gelişmiş ülkelerde eğitimin bütçe içindeki payı yüzde 20-25 dolayındadır. Türkiye'de "gerçek" olarak yüzde 1'e inmiştir. Bu bire yirmilik, yirmi beşlik fark, büyük bir maliyettir. Bizim için gelecek kuşakların, genç kuşakların iyi yetişmemesinin, bilimadamı yetişmemesinin, bilimin ve eğitimin kenara itilmesinin maliyetidir.

Üniversitelerin tepkisine neden olan araştırma fonlarının toplamı 10 trilyon liradır. Yani 10 milyon dolar. Kötü yönetilen kamu bankalarının neredeyse bir gecelik zararı kadar.

YÖK düzeni içinde "iğdiş" edilmiş üniversite sistemimizin geldiği nokta bu kadar vahimdir.

 
Ekonomik programın başarıya ulaşacağına inanıyor musunuz?

Evet
Hayır

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır