kapat
15.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

Kangurum

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

Halk siyasetçiden ileride


Kamuoyu araştırmasından halkın yüzde 65'inin hiçbir partiye oy vermek istemediği sonucu çıkınca, o meşhur 'teminat' tarih oldu. Tarhan Erdem ve Selim Oktar, mevcut partilerin sorumsuzluğunu ve halkın 'siyasal aydınlanmasını' tartıştı
'Hiçbiri, kararsız ve cevap yok' diyenlerin toplamı yaklaşık yüzde 65. Bu tabloyu nasıl okumalıyız?

Selim Oktar: "Hiçbiri" şıkkı aslında araştırmalarda yer almaz, dünyada olduğunu da sanmıyorum. Ama 98'de gözlemledik ki, bu şık gerekli. Çünkü kamuouyunun siyasilere bir tepkisi var. 1998'de bu şık yüzde 5'lerdeydi, sonra 12'lere çıktı. 19 Şubat öncesinde iyice yükseldi; şimdi ise 38. Bu cevabı verenlerin çoğunu beyaz yakalılar yani eğitimliler ile esnaf oluşturuyor. Bu çok önemli bir kırılma çünkü esnaf daha önce çok az hiçbiri diyordu. Krizle birlikte en çok onlar kaybetti. İşsizler ise zaten hep bir ekonomik kriz içindeydi.

Tarhan Erdem: Bu tabloya bakarak partilere göre bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Yüzde 65 siyasilere tepkili. Bu durumda şu parti birinci, şu ikinci demek hiç doğru değil. Halk siyasileri ve siyasi yapıyı reddettiğini söylüyor. Tabloya göre altı parti meclise giriyor ama bu da bir anlam taşımıyor. Çünkü onlara verilen oy şu anlama geliyor: "Hepsi kötü ama bu daha az kötü." Bu kanı da her an değişebilir. Yani önde olan parti "ben daha çok oy aldım" diye sevinmesin, geride kalan parti de üzülmesin. Bu tablodan görülen halkın "Benim sizden sıtkım sıyrıldı" demesinden başka bir şey değil.

SEÇMEN DENİYOR
Peki bunu aynı zamanda yeni bir parti ya da siyasal anlayış talebi olarak da okuyabilir miyiz?

S.O: Bu sonuçlar "Aynı kafayla bir yere varılamayacağını" açıkça ortaya koyuyor. Bu yeni bir parti de olabilir, mevcutlardan birinin kendini yenilemesi de. Partiler değişmek zorunda. Yoksa aldıkları oyun bir anlamı olmaz. En küçük bir olayda oylar geri çekilir.

T.E: Aslında bu durum 1987'den beri var. 87'de ANAP, 91'de DYP, 95'te Refah, 99'da DSP birinci parti oldu. Hiçbiri ikinci kez birinci olamadı. Seçmen sırayla deniyor. Ayrıca hiçbir parti tek başına yüzde 50 civarında oy alamıyor. Bu tabloya göre de mümkün değil çünkü "tepkiliyim" diyen kesim yüzde 65. Halkın "Bu adam beni huzura ve refaha kavuşturur" dediği bir parti yok. Son dört seçim de bunu söylemişti aslında ama şimdi daha belirgin. Siyasette yapısal reformlar şart. Ama bizde, bir müessese kâr edemeyince malını düzeltmek yerine reklam yapmaya başlar. Partilerde çürük malı nasıl satayım derdinde. Yaptıkları ortada; hâlâ 'yapacaklarımızın teminatıdır' diyorlar.

Halkımız 'koyun' değil yani...

T.E: Halk kısaca "Ya düzelin ya da gidin" diyor. Yani birileri çıkıp "Bizim oyumuz daha fazla, bu araştırma yanlıştır" demesin. Nerede yanlış yaptığını sorgulasın.

S.O: Oy verme ileri bir matematiksel davranıştır. Hava tahminlerinde kullanılan kaos teoremine dayalı bir fonksiyondur. Üç tane de parametresi vardır: Partilerin geçmiş performansı, bugün ve yakın gelecek için beklenti ve gelecek için beklenti. Üçünden birinin sıfırlanması halinde tüm fonksiyon düşer. Bugün tüm partilerin bu üç değerinden biri muhakkak sıfır. Bu da kime oy verileceğini ortaya koyamaz. Tek olay her şeyi değiştirir.

KATILIMCI DEMOKRATIZ
Dolar ya da borsa gibi, siyasette de trendler hızlı mı değişiyor? Bu ay ANAP, öbür ay DYP gibi mi?

S.O: Evet. Bu yüzden kamuoyunun oy verme fonksiyonundaki bozulma tespit edilmeli ve partiler bu yönde kendilerini değiştirmeli. Veriler de, bunun yolsuzluk, enflasyon ve gelir dağılımı üçgeninde sıkıştığını gösteriyor. Yoksa katılım olmaz. Özellikle gençler siyasi katılıma uzak duruyor. Hatta en alt düzeyde bile katılım yok. Mesela, mahallelerindeki çöp sorunu için muhtara başvurmayı doğru bulmuyorlar. Muhakkak altından birilerinin yakınları çıkar diyorlar. Bu inanılmaz bir şey, en mikro meseleyi bile makro bazda ele alıyorlar. Çözüm için adil hukuk sistemini, hesap verme mekanizmasını ve şeffaflık ilkesini gösteriyorlar. Bir de "Birileri benim adıma konuşup durmasın, ben fikrimi savunabilmeliyim" diyorlar. Farkında olmadan temsili demokrasi yerine katılımcı demokrasi talebinde bulunuyorlar. Tüm bunlar partilerin bugünkü anlayışının çok ilerisinde, bu yüzden tepki oyları çıkıyor.

T.E: İşin en kötü yanı da bu. Çünkü partiler bu anlayışa ve değişime henüz hazır değil. Halk ekonomik krizle birlikte aslında çökenin siyaset olduğunu hissediyor ama tam farkına varmadı. Partiler ise hiç farkında değil. Yeniden yapılanmak, özeleştiri yapmak yerine nasıl daha fazla oy alırım diye baraj hesaplamaları yapıp duruyor. Ama Türkiye değişiyor ve değişmek de zorunda. Partilerin umurunda değil. Tablo ortada, hiçbirinin geçmişi prim yapmadı ve onlar geçmişlerini savunuyor. Bu da "Değişmeyelim" demekten başka bir şey değil.

S.O: Ama Türkiye değişiyor. Mesela araştırmalarımızda gördük ki, Özal dönemi değerleri terk ediliyor. Bireyciliğin yerini katılımcılık, pragmatizmin, iş bitiriciliğin yerini işini yapabilme, hedonizmin yerini etik alıyor. Ben bu yüzden bu döneme PostÖzal dönemi diyorum. Bu yüzden ekonominin içinde bulunduğu şartlara rağmen optimistim. Asıl değişim için gerekli olan değerler bunlar.

AVRUPA'DA SAYGIN
Bu yüzden mi araştırmada Cumhurbaşkanı Sezer ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'i halk açık farkla destekliyor?

S.O: Parti liderleri ve diğer siyasetçiler Özal ve öncesi dönemin değerlerini taşıyor. Oysa Cumhurbaşkanı Sezer ve Bakan Derviş tam da yükselen trende uygun. Öncelikle hiçbir yolsuzluğa bulaşmamış kişiler, sade giyimliler, abartılı konuşmak yerine gerçekçi davranıyorlar ve en önemlisi uzman oldukları meslekleri var ve başarılılar. Bu yüzden de büyük saygı görüyorlar. Bu yurtdışında da geçerli. Mesela, Avrupa protokollerinde bululan bir arkadaşım, "Hiç bu kadar saygı duyulan bir siyasetçi görmemiştim" dedi. Çünkü Avrupa bu değerleri çok daha önceden yakaladı ve onlar bu yüzden bu iki kişiye saygı duyuyor. Bundan sonra siyasette de ancak bu tür kişiler öne çıkabilir.

T.E: Cumhurbaşkanı Sezer ve Bakan Derviş'in yanı sıra halkın güvendiği, saygı duyduğu en az iki siyasetçi daha olmalıydı. Ama yok. 10 sene önce bu araştırmalarda Ecevit'in adını görürdük. Kamuoyu Sezer ve Derviş'e siyaset adamı diye güven duymuyor. Aksine siyaset adamı görmediği için güveniyor. Asıl mesele bu. Bu yüzden bu veriler parti dağılımları ile aynı sonuca varıyor. Halk, siyasilere "Aklınızı başınıza alın ve artık değişin" diyor. "Yoksa vereceğimiz oy, anlık olacaktır!"

BUKET AŞÇI

 
Gündemi en çok nereden takip ediyorsunuz?

İnternet Haber Portalları
Günlük Gazete
Televizyon
Radyo

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır