kapat
01.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

Polisin sendikası olmalı


Polis neden sokakta, dağıttığı toplulukları hatırlatırcasına, slogan ata ata yürüdü? Neden kendisine kimlik soran vatandaşa silah kullandı? Polis Akademisi hocaları 'Polis hıncını kalabalıktan alıyor olabilir' diyor
Çevik Kuvvet'in yürüyüşü ve "Birisi düğmeye bastı" sözleri, hepimizin polislik mesleğini, polislerin kötü çalışma koşullarını sorgulamamızı sağlamıştı. Polisin halk arasındaki imajı, gündemden düşmedi; zaman zaman çeşitli olaylarla hep karşımıza aynı soru çıkıyor: Polisin toplumdaki rolü, yetki sınırları, sorunları nelerdir? Bütün bunları Polis Akademisi'nden beş hoca ile konuştuk. Akademi'de "İngiltereliler Grubu" olarak tanınan, Yardımcı Doç. Dr. Mesut Bedri Eryılmaz, Halil İbrahim Bahar, Dr. Mehmet Özcan, İhsan Bal ve araştırma görevlisi Önder Aytaç, "Önce kalite" diyorlar.

Silah ve polis
Polisin kimi olaylarda silah kullanma yetkisini aşması mı söz konusu?

Önder Aytaç: Nüfusun yüzde 7'sinin ruhsatlı silahı var. Polisler de her Türk vatandaşı gibi silahının olmasını arzulayabilir. Çoğunun alt gelir grubundan geldiğini dikkate aldığımızda bellerindeki silah 'Ben devletim' hissini uyandırabiliyor. Oysa polis yalnızca üniformalı yurttaştır. Kanun sadece bir saz aleti olarak anlaşılmadığı zaman, polisin silahsız görev yaptığı alanlar genişler.

Mesut Bedri Eryılmaz: Türk polisi, silah kullanma konusunda iki ucu birlikte yaşıyor. Bazen kamuoyu baskısından, yetkisinin sınırlarını bilmemeden ötürü yetkisi olduğu halde kullanmıyor; bazen de yetkisi olmadığı halde, bilgisizlikten ve kalitesiz personel seçiminden dolayı, yetkisini aşarak kullanabiliyor.

Toplumun gözündeki polisin rolüyle, polisin kendine biçtiği rol arasındaki fark nedir?
İhsan Bal: Modern yaklaşımda polisin rolü suç işlemeden önce başlar. Klasik yaklaşımda suç işlendikten sonra. Modern yaklaşım suçun önlenmesini amaçlar. Örneğin, köyden kente göçün yarattığı sorunlar konusunda belediyelerin önlem alması gibi. Oluşabilecek toplumsal hareket nasıl koordine edilir, insanlar nasıl deşarj olur; bunlar göz önünde bulundurulur. Ama suçun önlenmesinde polis tek başına yeterli olmaz.

Eryılmaz: Suçun engellenmesinde polisin yetkileri yok denecek kadar az. Arama yapabilir, istihbarat faaliyetinde bulunabilir, devriye gezebilir. Bilgi alma, kimlik sorma, telefon dinleme suç işlendikten sonra yapılabilir. Bu durumda polis kendini, suçu önleyen değil; suçluyu yakalayan kişi olarak görüyor. Ayrıca mağdurla birebir temasa geçtikleri için, kedilerini suçu araştıran değil, mağdur adına ceza veren kişi gibi de görebiliyorlar.

Mehmet Özcan: Halkın gözünde polisin 'cici' olması mümkün değil; tıpkı cerrah gibi: Adam kanla bıçakla uğraşıyor, cici görünebilir mi! Savcının gözünde ise polis 'Git şu işi çöz' denilen adam. Ama yetkisi de kısıtlı. Yani ya hukuk sınırları içinde kalacak ve çözemeyecek, ya da hukukun dışına çıkacak. Hukukun sınırları içinde kalmak isteyenlerin sayısı artıyor. Bu bir kazanç tabii.

Bu kazanç sürecek mi?
Eryılmaz: Kimsenin hukuk kurallarına uymadığı bir toplumda bunu polisten beklemek hayal.

Halil İbrahim Bahar: Toplumdaki hukuk kurallarının aşılabileceğine ilişkin kanı, polisin görev yapmasını zorlaştırıyor. Mesela bir olay oluyor ve adam "Sen benim kim olduğumu biliyor musun!" deyip cep telefonuyla birilerini arıyorsa, burada polis işini yapamaz, polislik onuru da çiğnenir. Çevik kuvvetin yürümesinin en büyük nedeni buydu; en ezilen ve altta olanlar onlar. Yoksa maaş falan ikinci derecedeydi.

Sanık hakları tamam da...
Eryılmaz: Kanun koyucu, sorgunun sanık açısından kurallarını koymuş: Yormayacaksın, 8 saat uyutacaksın, iki öğün yemek vereceksin... Bu arada polis 8 saat uyumamış, yemek yememiş olabiliyor. Sanığa gösterilen özen kendisine gösterilmediğinden hukuk kurallarına uyulması gerektiğine inanmayabiliyor.

Aytaç: Mesela bir yürüyüş sırasında polis sabah 7.00'de, ikinci bir emre kadar meydanda dikilmek zorunda. Bu akşam altıyı-yediyi bulabiliyor. O zaman içinden geçiriyor: "Bir olay olsa da bir şey yapsam." Olayları tartışan, kafası çalışan polis mi, yoksa her emri uygulayan polis mi isteniyor? Bu tartışılmalı.

Basın hep 'çakıyor' üniversite dışlıyor
Kalitenin genele yayılması için ne yapılmalı?

Eryılmaz: Üç şey. Bir: Kaliteli kişileri mesleğe kabul etmek. İki; eğitim. Üç: Polis Okulu'nda ve Akademi'de uzmanlaşmaya gitmek. Ama üçü de eksik. İlk çözülmesi gereken, polisliğe kabul edilmek için gerekli olan askerlik şartının kaldırılması. Çünkü askerliğini yapmış, meslek sahibi olmayan ve 23 yaşını aşmış kişiler ne kadar eğitilebilir? Oysa lise mezunlarını ÖYS ile yeni Polis Meslek Yüksek Okulları'na alabiliriz. Mezun olunca askere gider ve dönünce kısa süreli bir kurstan sonra mesleğe başlayabilirler.

Özcan: Üniversitelerimiz yüksek lisans yapmak isteyen genç komiserlere yardımcı olmuyorlar. Polis oldukları için dışlayabiliyorlar.

Bahar: Bir arkadaş Ankara üniversitelerinden birine master için başvurduğunda aldığı yanıt çok ilginç olmuştu: "Siz polisliğinizi yapın, biz de akademisyenliğimizi."

Bal: Basın da insaflı değil. Hataları hemen kurumsallaştırıyor. Bir gazete rüşvet alan bir başkomiser için şu manşeti atmıştı: Polis-mafya el ele, Türkiye nereye! Çevik Kuvvet'in yürüyüşünde ülkücü işaretine ağırlık verilmişti. Kasetleri tek tek inceledim ve o işareti yürüyen 7 bin polisten 10 kişi yapmış. Oysa eğitimde önemli adımlar atıldı. Terörle mücadelede çok yol kat ettik. PKK 1995'te büyük kentler için aldığı eylem kararlarının yüzde 92'sini gerçekleştiremedi. Emniyet Teşkilatı organize suçlar alanında Rusya, Yunanistan gibi ülkelerin de yer aldığı 24 ülkeye ders veriyor. İki senedir yapılan operasyonlar, Türkiye'ye 4.5 katrilyon katkı sağladı.

Aytaç: Başarılı operasyonların istihbaratının yüzde 85'ini Emniyet topluyor. Akademiyi ilk 10 derecede bitiren öğrencilere terör eğitimi ve insan hakları dersleri verilmesi yararlı oldu.

Toplumsal hareketlere polisin yaklaşımı ne olmalı?
Eryılmaz: Polisin kötü muamelesi topluluğa bakış açısından kaynaklanmıyor. Bu bir eğitim meselesi. Topluluğu kendini ayakta diken kişiler olarak görüyor ve intikam almak istiyor olabilir. Zaten yürüyüş yasal değilse topluluğu dağıtmak zorunda.

Bahar: Yasal meşruiyetle toplumsal meşruiyeti de dikkate almak gerek. Geçen yaz rektör protestolarında, Samsun ve İzmir'de iki farklı sonuç yaşandı. İzmir'de Emniyet Müdürü insiyatifini kullandı ve müdahale etmedi ama Samsun'da hocalar tartaklandı.

Bal: Polis burada göze batan kişi. Oysa o sadece kanunları uyguluyor. Polisin kalitesi yükseldikçe kötü muamele daha da azalır; ama bir konferansta 450 polisin evine haciz geldiğini öğrendik. Bu durumda kaliteyi yükseltmek zorlaşıyor.

Aytaç: Bu yüzden de sendika şart. Polisin hakkını savunan, düşüncelerini yasal platformda ifade edebileceği bir kurum. Polisin kahvaltı, öğle yemeği yemeden görev yapıp, oradan da başka göreve gönderilmesine birileri "Babo ne yapıyorsun!" demeli.

Buket Aşçı

buket_asci@hotmail.com

 
İstanbul 2008 Olimpiyat Oyunlarına seçilebilicek mi?

Kesinlikle Evet. En güçlü aday İstanbul ve bu sefer seçilecek.
Hayır. Rakip ülkeler daha üstün özelliklere sahip İstanbul yine yenilecek.
İstanbul başarılı olabilir ama Uluslararası Olimpiyat Komitesi İstanbul'u seçmeyecek.

 

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır