kapat
24.03.2001
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansinvest
 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

Siyasi şizofreni

Krizler mi zihniyetleri yansıtırlar yoksa zihniyetler mi krizleri? Belki ikisi birden...

AB adaylığının söz konusu olduğu andan bu yana siyasi düşünce hayatına, sorunlarının çözümünü ülkenin yeni ekonomik ve stratejik konumuna havale eden bir anlayış egemen.

Bu, bir yönüyle, değişim projelerini Batı'ya ve AB'ye bırakan, onlardan medet uman, daha doğrusu, yorulmaksızın "işe karışmadan değişmek arzusu"na vurgu yapan ve "manevi bir mandacılık" kokusu yayan bir anlayış. Asıl tuhaf olan, bu anlayışı benimseyenlerin bir süre sonra kendileriyle kavga etmeleri, kendi çıkarsamalarının sonuçlarına itiraz etmeleri. Kemal Derviş de dahil olmak üzere bu yolun da araçlarını aşırı Batıcı, AB'ci bulmaları ve bu iddiayla birlikte "yüzeysel bir milliyetçilik çukuru"na düşmeleri.

Bu çukur Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu "ruh hali"ni pek güzel resmediyor.

Herşeyden once, zihinlerde devletleri ya da AB gibi devletüstü birimleri sıkça birer "süjet" haline getiriyor, toplumlarla ikame ediyor, bireysel tavırları bile Fransa'nın, Amerika'nın, Türkiye'nin tavrı olarak ele alıyor ve bu çerçevede hemen her şeyi pazarlıklara ve komplolara kilitliyor.

Söz konusu ruh hali AB karşıtları için de geçerli, AB yandaşları için de... Ama yukarıda söylediğimiz gibi, çoğunluk şizofrenik bir şekilde aynı noktada ve aynı nedenlere AB ve Batı'ya hem yandaş hem karşıt...

Bu "şizofrenik ruh hali"ni kimse hafife almasın...

Bu hal, siyaset dışı bir operasyonla işbaşı yapan Derviş'in, siyaseti simgelemesi örneğinde olduğu gibi bir ölçüde yaşanan krizin çapının siyasi aktör, siyasi temsil, siyaset ve siyasetsizlik gibi bildik tahlil araçlarını bazıları için altüst etmesinden kaynaklanıyor. Oldum olası ayakları yere sağlam basmayanların bu kez üzerinde durdukları zeminin kaymasıyla dengelerini tümüyle kaybetmelerinden ileri geliyor. Özellikle kentli üst orta sınıfların sadece "ne yapmalı"yı dikkate alıp, "hangi meşruiyet aracı ve temsil gücü"yle "nasıl yapmalı" sorusunu tümüyle ihmal eden "siyasetsiz bir siyaset" algısına işaret ediyor.

Bu şizofrenik hal, 28 Şubat'ın yerel ve muhafazakâr kesimi konjonktürel olarak Batıcı kılmasından da bağımsız değil. Batı'ya şu dönemde yaşanan ikinci büyük sıcak temasın yol açtığı, ilk belirtisi geçen seçimlerde milliyetçiliğin yükselmesi olarak karşımıza çıkan "yerel kimlik yırtılması", ülkenin içinde bulunduğu "sosyolojik durum"un önemli göstergelerinden birisi. Geleneksel olarak yerel değerlere yakın duruş ile siyasi olarak açık toplum gereği arasındaki gerilimin ortaya çıkardığı sentez az çok ortada: Yerel kesimler toplumu milletle ikame ederek çoğulculuktan uzak, tekçi bir kültürü destekleyen hatta ilerliyor.

Bu iki faktöre bir de yaygın kitlelerin umutsuzlukla umudu koruma arzusu arasındaki gidiş gelişi eklerseniz, resim iyice tamamlanıyor.

Sonuçta ortaya çıkan, ülkenin bugünkü beklentisi ve talepleriyle ters istikamette seyreden bir düşünce ve tepki iklimidir. Bu iklimin temel ögesi olan "siyasetsizlik tapınması" muhalifleri ortadan kaldırıyor ve onların yerini aleyhtarlar alıyor.

Muhalif olmak, "siyaseti bilmeyi, siyaseti hissetmeyi, siyaseti üretmeyi" gerektirir.

Bugünün somut koşullarında, somut olarak devletin karşısında onu tanımlayacak bir kamusal alan dinamiğinin, toplumun tümüne ait ortak bir kimliğin arayışını, değişim isteğinin bir şekle büründürülmesini ifade eder muhaliflik.

Ama aleyhtar olmak; sistemi, aleyhinde olunan şeyi dolaylı olarak "yeniden üretmek"tir...

Umarız aleyhtarlar kendilerini gözden geçirirler...

 
Sabahonline'nın değişen tasarımını nasıl buldunuz?

Eskisine göre çok beğendim
Eskisi daha iyiydi
Farketmez

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır