kapat

25.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Hatçe'm
Pazartesiden pazara...

Ne acı, ne hazin bir hafta geçirdik.

Kilidi dışarda olan "karanlık bir kutu"ya düştük.

Ve üstüne üstlük, bu kilide içerden anahtar bulabilmek, kabuğu yırtmak da zor görünüyor!

Koca bir ülke, tarihinin en umutsuz günlerini yaşıyor, hatta yönetenlerin, yönetilenlerden daha kaygılı, daha şaşkın olduğu günler...

İşte şimdi sözü, Hatçe Hanım'a vermenin tam sırası.

"Yurttaş Hatice Hanım"a.

Hatice Alptekin'i tanımazsınız.

Üç gün öncesine kadar ben de tanımıyor, 80'e yakın ömrüne, ne büyük acı ve duyarlılıklar yüklediğini de bilmiyordum.

Bu satırlara konu olmasının tek sebebi, sade bir yurttaş olması ve hem kişisel yolculuğunda hem de ülke sorunlarına dair, kendi kozasından sessiz sedasız "şiir"le tepki vermesi.

Evet, Hatice Alptekin, yıllar var ki mutluluğa hasret, karanlıklardan çıkamayan bir halkın, eli kalem tutan, kesekağıdını bile okuyan, duyarlı bir temsilcisi.

İşte bu yüzdendir ki içinde bulunduğumuz "kara hafta"da Hatice Hanım'ın satırları daha bir önem taşıyor.

Yakınlarının Hatçe'm diye seslendiği bu Anadolu kadınının, 70 yıl boyunca yazıp çizdiği (bu yaşında da) binlerce şiiri edebiyat kayıtlarına geçmedi, ödüller de almadı, antoloji sayfalarına da taşınmadı. Bu niyetlerle kağıda kaleme de sarılmamıştı ama belge olsun diyedir ki kitaplaştırıp dostlarına dağıttı.

İlginçtir, birbirinden naif şiirlerin yer aldığı kitapları arasında, "Fransız İhtilali"ni adım adım anlattığı Fransız Devrimi'ne Bakış dahi var! "Ne alâkası var" diye soranları "O dönemde Fransız halkı da çok acı çekiyordu, doğrusu çok etkilendim" diye cevaplıyor!

Benim de elime geçti bu kitaplar; açıp bir baktım ki Yaşar Kemal'in önsözü: (Yaşar Abi bu konuda oldukça cimridir. Yüreğinden gelmezse "önsöz" yazmaz, hatta dost, ahbap, çavuş da dinlemez!)

"Hatice Alptekin'in kimi şiirleri, büyük ustalar düzeyine ulaşıyor. Onun şiirlerinde, Yunus Emre, Karacaoğlan, Sümmani tadı bulabiliyoruz. Kimi zaman bir öfkede parlar, umutsuzlukta kıvranırken, kiminde de umut çiçekleri, sevinç çiçekleri açar. Türkçesi'nin yalınlığı, sıcaklığı da halkın yalınlığı, sıcaklığıyla eşdeğerdedir. Büyük halk şiirimizin geleneğinden inip gelen Hatice Alptekin, o büyük şiire çağımızın bütün sorunlarını, duygusunu umudunu, umutsuzluğunu, acımasızlığını, sömürüsünü eklemiş, böylelikle de çağdaş bir ozan olmuştur.

Bir insan, bütün bir ömrü, hiçbir şey beklemeden kozasını örercesine, yayınlamayı bile kimseye duyurmayı bile aklından geçirmeden bir sanata eğilirse, eğilir değil, ömrünü o sanat uğruna harcarsa, bu yalnız kendi başına saygı değerir, uğraştır."

Evet, "saygı değerir" uğraştır Hatçe Ana'nın yazdıkları çizdikleri sahiden.

Şu şımarık, paragöz bolluğunda, kendi kuytu labiretinde dolaşıp durduğu için de daha bir eli öpülesidir Hatice Alptekin.

Şimdi isterseniz, bunca anlatıp durduğum, "ömür törpüsü" insanın satırlarında dolaşalım ve mektubu (!) sahibine gönderelim.

Mesela, bugünlere, hoyratlığa, vefasızlığa der ki:

"Ne yerin üstü sağlıklı, ne de dibi, eşiğindeyiz topluca bir göçün.

Titriyor tepiniyor toprak, zor oldu zor böylesine yaşamak.

Aç kurtlar gibisine kemirdiğimiz bu zaman, elini kolunu kaptırdı makinelere. Ne eski dostluk kaldı ne de kahraman, bekletiliyor bebekler şimdi. Doğmak için yarın."

Mesela, köyden kente inenlere...
Nedendir bir sel gibi şehre indi köylüler, bilmediler onları nice felaket bekler. Çırpındılar sahile vuran dalgalar gibi. Dönemedi geriye aslını da yitirdi. Ter emek döke döke ömrü biter bu yerde. Bu çark ki dişlilerle eritir ezer onu.

Mesela, yönetenlere...
Bir sorum var cevap verin. Sizin kadar okumadım. Bilginizden hesap verin. Nazariyeler tarifler, açıklayın siz arifler, haddini bilmez herifler. Bilginizden hesap verin, Konuşup haset etmeden, insan ömrü az bitmeden, bilginizden hesap verin.''

Her şeye rağmen sevgililere...
Güneş gibi sıcak yüksekte uzak, sular gibi berrak bir sel gibisin. Yaz yağmurusun sen baharda yaprak. Başında ak bulut gölge gibisin. Bendesin ben gibi ayrıcalık yok, benliğimde sanma özge gibisin. Yaz yağmuru damla damla bir umut. Ayın çevresinde halka gibisin...''

Evet, aydınlık yüzlü Hatçe Hanım'ların artması, tepkisiz insanların azalması dileğiyle!

Hemşo'yu yasaklamak!

İl emniyet müdürleri, bir araya geldi "Hemşo'' filmindeki polis karakterlerinin, toplumda polise güveni sarsacak nitelikte olduğunu, filmde polisin, adam öldüren, esrar çeken kişiler gibi gösterildiğini ileri sürüp filmin yasaklanmasını istediler! İki gün geçtikten sonra Hemşo, 16 yaşından küçüklere yasaklandı.

Evet, ajans haberleri böyleydi.

Ah benim, güzel yurdumun güzel sansürcübaşıları! Aslında şaşırmadım, çünkü ben bir zamanlar bu ülkede, bir filmde, "polis üniformasının rengi uygun değil'' gibi bir gerekçeyle dahi bazı filmlerin yasaklandığını hatırlıyorum.

Eeee... Bu durumda tabii ki, "Hemşo''daki gibi ''fahişe''lerle düşüp kalkan bir polis karakterine tahammül edilemez!

Yüzbinleri barındıran Türk polis teşkilatında, hiç rüşvet alan, gaddar, kötü polis olur mu? Polis dediğin Yılan Hikayesi'ndeki gibi olacak, yakışıklı olacak, iyilerin dostu, kötülerin can düşmanı olacak, şık giyenecek, attığını vuracak, üç saat uyuyup, hep toplumu düşünecek. Hatta ekonomik sorunları bile olmayacak! (Şaka bir yana, Yılan Hikayesi'nde oynayan dostlardan biri anlattı. Yolda bir polis memuru çevirmiş ve "Kardeşim" demiş. "Hiç bizim sorunları anlatmıyorsunuz, nasıl geçiniriz, halimiz nice olur hiç değinmiyorsunuz. Her şey size göre güllük gülistanlık" diye devam etmiş!)

Kısacası eski hastalığımız hiç değişmiyor. Sadece polis değil, her meslek grubu için bu böyle.

Oysa, iyi polis de olur kötü polis de. Bunda üzülecek, alınacak, sansürlenecek ne var.

Ama emniyet müdürlerimiz biraz da haklı! Çünkü bugüne kadar çekilen yüzlerce Yeşilçam filminde hep Hulusi Kentmen ya da Nubar Terziyan gibi babacan polislere alıştılar da ondan!

Birileri bizi fena üzüyor
Hayır hayır, sansürcübaşı değilim! Bu malum yarışmanın yayınlanıp yayınlanmaması konusunda kelamım olmayacak. Dostlarım bilir, nefret ettiğim bir program olursa, "Ne halleri varsa görsünler'' derim. Ekranlar "ahlak kutusu'' değildir zaten. Hele hele bizim gibi ülkelerde daha çok "eğlenceye, haydi eller havaya'' endekslenmiş bir toplumda bunu istemek zaten haksızlık olur!

Ama bir çift sözüm var, "Big Brother''ın yerli versiyonu "Biri Bizi Gözetliyor''a.

Ya yarışmacıların kendisinde ya bu genç kardeşlerimizin (!) seçiminde ya da yapımcıların kurgusunda ciddi bir tuhaflık, haksızlık var.

Günlerdir ekrana çıkan bu genç insanların tek derdi sadece birbirini kollayıp (!) karakucak güreşi tutmak mıdır yahu?

Bu çocuklar 14 gün boyunca "ikili olmak''tan (!) başka bir şey konuşmazlar mı? Memleketin ağır sorunlarını bir yana bırakalım, yahu bu genç adamlar, bir aşk romanından bile bahsetmez mi, İstanbul'a dair kaygılarını, doğayı, müzik zevklerini, mesleklerini anlatmaz mı?

Türkiye'nin genç toplumunun temsilcileri sahiden bu değil. Bu kadar, "hayattan kopuk, sığ, basit'' hiç değil.

Ve anlaşılıyor ki bu programın bizi anlatması hiç mümkün değil!


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır