kapat

25.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Vatan sağolsun
İstanbul'da yaşayıp da yazı yazmanın, başka şehirlerde ikamet halinde olanları en alâkadar etmeyen yanı, şehrinin havasını, suyunu, havuzunu, yavuzunu, akıllısını, delisini yazmak olsa gerektir.

Ne yapalım ki geçende gördüğüm hazin bir tablo; içimdeki 'pır, pır, pır leiiii' ilham kelebeklerinin 'haydi yaz, yaz' korosuna yenik düşürdü beni. (Şimdi hiç itiraz istemem güzel cümle oldu.)

İstanbul'da yaşayanlar bilirler. Bir kovboy bey var idi. Atını severek (!) ve dahi üstüne binerek ana cadde, yan yol demeden dere tepe (olmadı ki şimdi) düz giden yaşlı da dinç bir bey.

Kılığı kıyafeti de bir hoştu. Dallas'lı bir peyzan görünümünde, mağrur ifadeli 'bu dört tekerlekli aletlerin de ne işi var yolda?' edalı...

Kocca atının üzerinden, motorize ve yayan biz fanilere asıl tuhaflığı yapan bizmişiz gibi baka baka geçerdi yanımızdan.

İşte şehrimizin bu ünlü kovboyunu geçen gün nerede gördüm biliyor musunuz? Otobüs durağında... Yolcuların beklemek için oturdukları bankta Rodin'in 'Düşünen Adam' heykeli pozisyonunda oturmuş otobüs bekliyordu. Gözlerime inanamadım. Kocca atına n'olmuştu?

Adam niye yere inmişti? Düşmez, kalkmaz bir Allah mıydı? Yani bana göre Allah Allah'dı...

Adamcağızın bu hali bana pek dokundu. Siyaseti, şöhreti, gücü, kuvveti düşündürdü.

İnanılır gibi değildi. Adam 'attan inip eşeğe bile binememişti'. Her çıkışın bir inişi vardı.

Hayatın 'sarp ve dikenli' yollarından geçtiği bir dönemdeydi belli. (olmayan varsa öptüm...)

Altınızda atınız, elinizde kartalınız, peşinizde kurdunuz, oturacak yurdunuz kalmadığında nasıl hissederseniz kendinizi o adam da öyle hissediyordu.

Önce kendi halimiz, sonra sayın Başbakanımız geldi aklıma; (ve tabii ki Cumhurbaşkanımız. Onu da yeni tanıdık çünkü) Onların da atları, katları, yatları yoktu belki. Zaten en tavlandığımız yanları da buydu.

Çünkü çoğumuzun da atı, katı, yatı yoktu.

Bir 'aydentifikeyşın' hali yani. Biz Türkler buna özdeşleşme deriz! Ve özleşleştikçe severiz.

Ne zaman ki özleşleştirdik- lerimiz palamarı çözer de büyük denizlere açılmaya başlar; dikkat kesiliriz.

Her bir meziyetine hayran olup da seçip başköşeye koyduğumuz (bak sonradan pişman olsak da bunu yapabiliyoruz Tanrı'ya şükür ki) her kim varsa ondan bekler, beklentilerimiz yerini umutsuzluğa bıraktığında ya da karşımızdakiler birbirleriyle dövüş tuttuğunda, bu sefer biz 'eşekten düşmüş karpuz'a' döneriz. Kafası kesilmiş tavuklar misali bir oraya bir buraya koşuşuruz. İrili ufaklı sıkıntılarımızla boğulup, güneşimiz de buluta girince iyice grileşiriz.

Ben şahsen bundan pay çıkarıp 'hep mutlu olanlar delilerdir' sözünü hatırlıyor, akıllı olduğuma seviniyorum!

Tavsiye ederim. Bugünlerde gündem fena karışık. Gemisini kurtarma peşinde olup tayfalarını ağırlık yapmamak için denize atanlar mı istersin? Para tarihimizde başköşeye oturacak önemdeki 'pazartesi krizi'ni yaratanlara saygıda kusur etmemeye devam mı edersin? O artık senin bileceğin bir iş.

Mutluluğun tek reçetesinin kocasını hoş tutmaktan geçtiğini öneren eski kadın dergileri gibi, idare edip dayanmanın yollarını maddeleyecek değilim.

Birey ve ümmet olarak değerlerimizi ergeç iade alacağımızdan kuşkum yok.

Zaten bildiğiniz üzere karayım. Bunca kararıp kararttıktan sonra, sözü umutlu bitireyim bari dedim. Yoksa sahiden inandığım filan yok.


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır