kapat

28.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Kurban Bayramı
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Seni Seviyorum Füsun!..

Sabah sabah soluğu gene Adliye'de aldık.. Bir yayın yolu ile hakaret davası daha..

Hayatımız boyu kimseye hakaret kastımız olmadı. Ama eleştirilerimizin köşelerini de hiç yuvarlamadık. Dobra dobra söyledik, ne düşünüyorsak.. Bazan yanlış sözcük seçimleri ile amacı aştığımız da oldu, ama, hepsi o..

44 yıldan beri "Neşren Hakaret" diye bir cezamız oldu. 3 ay.. Tecil edildi.

Tam bir yıl hastanede kalmıştık o sıra. Bir tek celsede bulunup kendimizi savunamadık.

Cumhuriyet'te zamanın Güreş Federasyonu Başkanı Rahmetli Hasan Bozbey'e "Küçük Adam" demiştik. Yargıç, bu deyişi aşağılayıcı buldu..

Oysa, Büyük adamların var olduğu dünyada, küçük adamlar da olmalıydı. Olmazmış.. Büyük adam var. Adam var. Küçük adam yok. Birşeyin küçüğü olmazsa, büyüğü nasıl olur bilemem..

Bozbey'le sonradan sıkı dost olduk.. "Davadan vazgeçersen namertsin. O zaman, benim seninle bu dava için dost olduğumu düşünebilirsin" dedim. Vazgeçirmedim.

Neyse..

Şişli Adliyesi, Küçükçekmece Adliyesine göre, Beyaz Saray.. Anlayın, Küçükçekmece Adliyesi nasıl bir izbe.. Nasıl dökülen bir gecekondu..

Bu göreceli Beyaz Saray da, mesela, dünya standartlarında bir rezillik.. Koskoca İstanbul'a bu apartmandan bozma adliye yakışır mı?.. Söylediklerine göre mal sahibi de Manukyanmış.. Müteveffa Manukyan..

Gene yargıçlar savcılar dosyalara boğulmuş.. Gene sağlıklı yaşam koşulları hikaye..

Her sabah buraya gelmeye mahkum olduğunu düşünen birisi, nasıl Adalet dağıtır, düşünmek bile istemiyorum.. Dikkat buyurun bu gözlemim, iyisi için..

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yargıçlıktan gelme.. Görevinin ilk günlerinde, "Ne olur, gelin şu Ayazağa Kültür Sarayı inşaatını bir görün" demiştim.. Hemen geldi.. Gezdi, çok mutlu da oldu.. Ama adını anmak istemediğim Kültür Bakanı, herşeyin özelleştirildiği günümüzde sırf patronuna yaranma uğruna bu harika, bu bitmek üzere olan projeyi devletleştirdi. Şimdi ne durumda bilen yok..

Demem o değil.. Başka..

Kendisi de yargıç Sezer'in.. Bilir.. Ama daha iyi bilsin istedim.. Bir İstanbul ziyaretinde Küçükçekmece Adliyesine, gene habersiz, gene hiçbir hazırlığa imkan vermeden (Zaten ne hazırlayabilirler ki..) bir gidelim Sayın Cumhurbaşkanım..

Asıl mahkumların orada görev yapmakta direnen idealist yargıçlar ve savcılar olduğunu birlikte görelim..

Ceza verdiği adamı kendisinden daha sağlıklı, daha uygar koşullarda yaşamaya mahkum ettiğini bilen ve kahrolan bir Yargıç olabilir mi?.. Bir F tipini çektir Ayşenur Aslan atv ana haberleri için, ne olur, hücreleri, spor ve sosyal tesisleri, restoran ve kafeleri ile.. Bir de gecekondu bozması, Küçükçekmece Adliyesini.. Millet karar versin, gerçek mahkum kim?..

Apo İmralı'da değil, burada yatsaydı, bütün dünyanın sivil toplum örgütleri ayağa kalkardı..

Sonra da düşünelim, Sayın Cumhurbaşkanım.. Sayın Yargıç Sezer..

Ne yapılabilir?..

Yiğit yattığı yerden belli olur.. Dünyanın en düşük maaşına çalışan yargıçlarımıza, hiç değilse aydınlık, havadar, çay molası, yemek arası verdiklerinde kafa dinlemelerini sağlayacak bir iki sosyal tesisi olan sağlıklı Adliye binalarını, İstanbul'dan başlayarak, yurt çapına nasıl yayarız, ona bir bakalım.. O dosyalardan yuttukları kilolarca tozu ciğerlerine yerleştirmek yerine, bilgisayar sistemine artık nasıl geçilir, ona bakalım..

Birinci güç, Yasama, dünyanın en güzel Meclis binalarından birinde.. 550'sinin de ayrı çalışma odası, sekreteri var. Maaş, ödenekler, sosyal katkıların sonu yok. Başı ağrıdı mı, istikamet Amerika..

İkinci güç Yürütme, birbirbirinden güzel binalara yerleşmiş. Konutlar, makam arabaları, ödenekler cabası..

Dördüncü güç medya, plazalarda..

Üçüncü güç yargı, izbelerde.. Para yok.. Makam yok.. Konut yok.. Araba yok.. Hastalandı mı, Devlet hastanelerinde sıraya gir bekle ki, doktor bulasın, yatak bulasın..

Olur mu Sayın Cumhurbaşkanım.. Olur mu Sayın Yargıç, Ahmet Necdet Sezer!..

Böyle üçüncü güç olur mu?.. Böyle adalet olur mu?..

İçim kararak çıktım Şişli Adliyesinden de.. Harbiye'ye doğru gidiyoruz.. Devasa mezarlık duvarları, insanın üzerine yıkılıyor nerdeyse.. Şirin olsun diye boyanmış.. Sarı ve beyaz zebra deseni.. Bir duvar daha zevksiz kullanılmaz.. Üzerinde bir yazı.. Amerikada mahkumların adlarını ve numaralarını gömleklere yazan o soğuk, o çirkin, o itici karakter var ya.. Onunla hem de.. Simsiyah, iç karartan harfler, sizinle alay ediyor:

"Güleryüzlü temiz Şişli.."

Şişli'nin duvarlarını asıl bu yazılar kirletiyor, çirkinleştiriyor, ittiriyor..

Sevgili Erhan İşözen.. Beşiktaş'ın ve Ortaköy'ün ve de Şişli'nin mimarı.. Harikalar yarattın bugüne dek hep.. Projelerini biliyorum.. Sarıgül'le elele yeni harikalara devam ediyorsunuz.. Ama bu ana caddeden hiç geçmiyor, bu çirkinliği görmüyor musunuz?.. İstanbul'un en yoğun ana arterindeki bu sevimsizlik nasıl gözden kaçıyor?.. Ormana bakmaktan ağaçları göremez mi oldunuz?..

İçim daha da kararıyor.. Oysa gazeteye gelince, masaya keyifle oturmam lazım ki, zaten krizden anası ağlamış millete, bir kabus da ben sunmayayım, onlara iç açıcı birşeyler yazayım..

Birden, o zevksiz, o çirkin duvarda, hani o kutudan fıslanan boyalarla boydan boya, nerdeyse 20 metrelik kıpkırmızı, sımsıcak bir el yazısı gördüm..

"Seni seviyorum Füsun!.."
Bu ne güzellikti... Bu ne umuttu..

Bütün bu karaların içinde, bir aşkı dünyaya ilan eden o sözcükler, nasıl bir aydınlıktı..

Bu yazıyı yazan delikanlı..

Ben de seni çok seviyorum..

İçimi nasıl açtın.. Karamsarlığım nasıl birden yıkıldı.. Nasıl heyecanlandım, nasıl coştum.. Bir büyüydün sen. Bir sihir yarattın bir anda.. Bir mucize..

Senin yüzünden gazeteye keyifle geldim.. Senin yüzünden bu yazıyı keyifle yazdım..

Sen, koşullar ne olursa olsun, sevgi hep olacak diyen adamsın..

Sen ışıksın, delikanlı.. Sen yarınsın.. Sen umutsun..

Ne mutlu o Füsun'a..

Fıkra Ersin Usman'dan
Çek sahteciliğinden yargılanan Hüso'nun davası son aşamaya gelmişti. Hakim sordu. "Söyleyeceğin birşey var mı?"

Boynunu büktü Hüso; "Beratimi istiyrem. Cahil adamım ben. İmza atmayı bilmiyrem"

Hakim güldü: "Zaten seni, kendi imzanı atmakla suçlamıyoruz."

BİZİM DUVAR
Moody's in ülke notumuzu kırması çok önemli değil.. Esas canı yanan mudi hükümeti sınıfta bırakacak, kimsenin haberi yok!..

Hakan&Utku

Bir Tavsiye
Ağlamayı unutan çocuk..

Adam 40 yaşında.. 2000 dolarlık elbise giyecek kadar zengin.. Harika bir villada lüks içinde yaşıyor. Bir sekreteri var, aynen Yasemin.. Herşeyi çözüyor.. Doğan Hızlan ağabeyden öğrendiğim bir deyiş var.. Hallal-i müşkil.. Müşkülleri çözen..

İnsan daha ne ister?.. Belasını..

Hayır.. Mutlu değil.. Mutluluğu istediğinin farkında da değil. Hayal görmeye başlayınca ruh doktoruna gidiyor. Doktor ona seanslar yapıp çocukluğuna gidiyor. Orada sorun yaratan günü ve olayı buluyor. Ortaya çıkarıyor.. Tam Freudçü bir çözüm..

Ne basit değil mi?.

Ama film bu değil.. Anlattığı bu da, anlatış şekli bu değil..

Bruce Willis, Altıncı His'ten sonra, bir kez daha gene harika bir çocuk oyuncu ile oynuyor.. Bu defa karşısına çıkan çocuk, kendi çocukluğu..

8 yaşındaki Bruce Willis, 40 yaşındaki Bruce Willis'e mutluluğu öğretiyor..

Ona ağlamayı öğretiyor..

Babasının sekiz yaşında iken ona "Annen ölüyor.. Artık ağlamak yok" dediği günden beri ağlamayan ve ağlayan herkesi "Hemen bir ağlamabülans gönderin" diye alaya alan Bruce, ağlamanın da gülmek kadar doğal, insancıl olduğunu öğreniyor..

"Ağlamak güzeldir,

Süzülürken yaşlar gözünden

Sakın utanma" diye bir şarkı olduğunu öğreniyor.

Ev taşırken "Gel yardım et" diyen babasının aslında Bruce'un gönderdiği hamal parası çekinin değil, oğlunun bir masayı bir köşeye koyduğunu görmenin peşinde olduğunu öğreniyor..

Şarkıların "Bir kedim bile yok.." derken ne demek istediğini öğreniyor.

"Vezir olmak ile insan olmak" arasındaki farkı öğreniyor.

İnsan oluyor ve mutlu oluyor..

Walt Disney Stüdyolarının çektiği filmden zaten ne beklersiniz ki..

Fantastik bir masal.. Düşünürler insanları ikiye ayırır, kazanmak için doğanlar, kaybetmek için doğanlar.

Kaybetmek için doğduklarını sananlar "içimdeki çocuk"u mutlak seyretmeliler öğrenecekleri çok şey var.

SEVDİĞİM LAFLAR
Etrafımızdaki insanlar bizim yansımamızdır. Ne kadar mutlu ve kendimizle ne kadar barışık isek herşey gözümüze öyle görünür. Onun için lütfen gülümseyerek bakmayı unutmayalım.

Anonim (Teşekkürler İnci)

Kabine neden değişemez?..
Hükümetin istifası işleri daha da sıkıntıya sokar.. Yeni bir koalisyon, hele kapatılması söz konusu Fazilet ile mümkün değil.. İşler böyle bozukken, hangi iktidar, tarihten silinmek için seçim ister?..

O zaman başka çare yok.. Bu hükumet devam edecek..

Mantıklı düşünenler bu yorumu kolay yaptılar. Ama piyasanın bu hükumete güvenmediği de açık. Oysa taşların yerine oturmasının ilk şartı güven..

Çare bulundu..

İktidar değil, kabine değişecek, kamuoyuna güven verilecek..

Safiyane bunu umud edenler oldu ülkemizde.. Oysa asıl yanlış bu..

Kabinede değişiklik mümkün değil.. Kabineden ayrılacak her bakanın yerine, beklentisi olan enaz on milletvekili var Meclis'te.. Onları bugün tutan umutları.. Revizyona, yani vizyon yenilemeye gidilmeye kalkılsa, umutlar yok olacağı için, parti içi dengeler öyle darmağın olur ki, belki partiler bile parçalanır, kopup gidenler yüzünden Meclis'te güven için yeterli oy kalmaz..

Bizde bakanların kazık çakmış gibi yerlerinde oturmalarının sebebi, başarıları değil, işte bu partinin içini, hem de bu ortamda karıştırmayı göze alacak, tek liderin çıkmayışıdır.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır